Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Gazâ, biliyor musun?" "Ne?" "Babam beni dağa gönderecek." "Nasıl dağa?" "Bayağı dağa işte! Gerillaya! Orada adam ederler seni, dedi." "Hadi be!" "Oğlum, hiç gitmek istemiyorum lan... Ne yapacağım lan, ben orada?" "Gazâ?" "Ne var?" "Oğlum bak, ben gerilla olursam... Ya bir de karşıma çıkarsan?" "Nasıl yani?" "Lan gitme işte askere falan!" "Yahu ne askeri, daha kaç sene var?" "Sen yine de gitme..." "Deli misin oğlum, nereden bulacağız birbirimizi koca memlekette?" "Öyle deme bak... Bir fotoğrafını yolla bari."
Denizde Bir Şair
“…Öyle ki eski şehir, yani Selçuklular’ın Semerkant’ı üst üste binen kum yığınlarıyla kaplanıp yüksekçe bir boş arazi haline geldi. Hazineler ve sırlar yerin altında yatıyor, yerin üstünde ise otlaklar var. Bir gün her şeyi açıp evleri ve sokakları topraktan çıkarmak gerekecek. Semerkant iste o zaman, kurtarılınca bize hikâyesini anlatabilecek.”
Sayfa 285 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Ah! Gitmişti işte,yaşamının biricik güzelliği,gerçek olabilecek biricik mutluluk umudu gitmişti! Nasıl olmuştu da elinin altında hazır dururken yakalamamıştı bu mutluluğu? Öyle kaçıp giderken ne diye diz çöküp iki eliyle sarılmamıştı ona?
Kadın sakin bir tavırla gülümsedi. “Sen mi? Benden mi korkuyorsun? Seni korkutacak neyim var ki?” “Dokunulmaz bir tarafın var işte. Esrarengiz bir şey var sende. Kendin bile farkında değilsin heralde. Yaptığın bahçe gibisin sanki, sabitlenmiş, öyle bir şey. İçinde gezinmeye korkuyorum. Bitkilerine zarar veririm diye.”
Kadın sakin bir tavırla gülümsedi. "Sen mi? Benden mi korkuyorsun? Seni korkutacak neyim var ki?" "Dokunulmaz bir tarafın var işte. Esrarengiz bir şey var sende. Kendin bile farkında değilsin herhalde. Yaptığın bahçe gibisin sanki, sabitlenmiş, öyle bir şey. İçinde gezinmeye korkuyorum. Bitkilerine zarar veririm diye."
Aydınlık ve mutluluk nasıl yan yana ise insanın kaderi de öyle, mutluluk ve acıyı beraber getiriyordu: Bir yanda kıvanç bir yanda kaygı. Hayat dediğin böyleydi işte.
Reklam
Dilencisiz memleket
Osmanlı ülkesi, bünyesini bir muhabbet ve şefkat ağı gibi ören vakıf ve benzeri hizmetler sayesinde adeta dilencisiz bir ülke haline gelmiştir Öyle zamanlar olmuştur ki, müslüman zenginler zekâtlarını verecek fakir bulmakta güçlük çekmişlerdir Bu sebeple o dönemlerde dilencılığin ne olduğu adeta meçhuldür Hatta nüfusu iki milyona kadar çıkmış olan İstanbul'da ve umûmiyetle Türkiye ile Kırım'da hiçbir Türk dilenciye rastlanılmadığı, bilinen bir ger çektir. Nådiren tesaduf edilen dilenciler ise, başka milletlere mensup kimselerdir. Çünkü Osmanlıların, öldükten sonra bile kimseye muhtaç olmamak için kefen paralarını dahi henüz hayatlarındayken ayırıp dâimâ üzerlerinde taşımaları, mâlum ve meşhur bir adet halindedir. Corneille Le Bruyn in seyahatnamesinden: "... Türklerin hayrât ve hasenáta çok düşkün olduklarını ve hatta hristiyanlardan çok daha fazla hayrat vucûda getirdiklerini inkâra imkân yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesadüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenát vakıflarıdır." Comte de Bonneval eserinden: "İstanbul, civarıyla birlikte takriben iki milyon nüfusa mâliktir ki, Avrupa'nın en büyük şehirlerinden sayılması icab eder. İşte bufevkaláde nüfus kesâfetine rağmen tek bir dilenciye bile tesadüf edilmez! Yalnız darlık taslamak üzere sırf sadakayla geçinen goy goycular vardır! Ama onların da itibarları yoktur."
Sayfa 500 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Ben biliyordum işte Ece olmaktan çıkıp Hz. Ali'sine meftun Hz. Fâtıma misali olmayı. Haşa... Ne haddime Hz. Fâtıma olmak. Ben yalnızca onun sevdasının gölgesinde serinlerdim. Ali'yi sevmeyi bilirdim. Güçlü bir adamın kalbinin kıymetini.
Sizi ve kendimi suda yüzen yağ damlasına benzettim. Kendine benzeyen bir damla arayan ve bir türlü suya karışmayan iki yağ damlası. Yüzüyoruz işte suda. Başıboş. Öyle parçalanmışız ki artık daha fazla parçalanmak ölmek demek. Ama yine de varız ve belli oluyoruz suyun üstünde.
#Hiç bitmeyen bir özlem olur ya öyle işte..
"Artık dayanamayacak bir noktaya gelmiştim,zira yıllar içinde insanlara ve arakadaşlara karşı içimde büyüyen bir özlem oluşmuştu."
Sayfa 83 - @KIZIL PANDA Basım YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Onu sadece öyle bir anıma geldiği ve hayallerim öyle bir mutluluk noktasına ulaştığı zaman görmeye giderdim ki bu mutluluk anında insanlarla,tüm insanlıkla kesinlikle ve hemen sarılmak lazım gelirdi. "İşte bu yüzden gerçekten en az bir kişinin var olması gerekiyordu insanın hayatında."
Sayfa 72 - @KIZIL PANDA Basım YayınlarıKitabı okudu
"Ama nasıl oluyor da kadınlar kaba oluyor, açık saçık giyiniyorlar? Bu yeni bir şey." "Evet, kabadırlar tiyatroya, gezme yerlerine gelin de görün. Her erkek, örneğin yolun sağ yanından geçildiğini bilir, karşılaşınca da hemen sapar, o sola ben saga. Bayanlarsa, yani kadın (ben kadınlardan konuşuyorum), sanki bir yana çekilerek yol vermek zorundaymışsınız gibi sapmaz üzerinize gelir, hatta sizi görmez bile... Zayıf bir yaratık olması bakımından kendisine yol vermeye hazırım, ama bunu niçin kendisine verilmiş bir hak gibi sayıyor, niçin benim böyle davranmak zorunda olduğuma öyle inanmış bulunuyor? İşte insanın gücüne giden de bu! Bir kadınla karşılaştığımda hep yere tükürürüm. Üstelik bir de aşağı görüldüklerini söyleyerek eşitlik istiyorlar; ama beni ayaklarının altında çiğneyerek ağzıma kum doldurmak eşitlik mi?"
Öyle işte... Ne zordur, insan olabilmek. Ne zordur; geldiğin gibi kalabilmek, kaldığın yeri koruyabilmek. Ayakları sabit tutabilmek ne zordur. Kalbi ah'lardan temizlemek, en zoru...
"Öyle bir özlem, öyle bir keder hissettim ki, seninle bir dakika daha olsun geçirebilmek için şu dünyadaki her șeyi verirdim... İşte o zaman kararımı verdim. Ne olacaksa olsun, dedim kendi kendime; mutluluğumu kimseye terk etmeyeceğim..."
sanırım okuduğum en iyi öz eleştiri cümleleri :)
Öyle ya da böyle yoldan çıktığıma göre, demek ben de kendimi kaybetmeye teşne, bulmamam gereken yerde aramaya meyyaldim. İşte bu yüzden diyorum ya, başıma gelen her şeyi hak ettim.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.