Öncelikle Levent Cinemre'ye çevirisi ve özenle hazırlandığı belli olan ekler kısmı için teşekkürler.
Ormanlarla ilgili bir şey hep korkunç gelmiştir bana. Dur diyerek, işaret ederek kontrol edemezsin büyümesini. ‘Bakmazsan dağ olur’un gerçekliği hele. Bir duyulmama hali yani, varlığına kayıtsız kalınması, umursanmama. Bu novella bunu düşündürdü bana, post-apokaliptik öyküleri severim aslında, hayatta kalma temasının oldukça çekici bir yanı vardır, sadeliğe –özünü bilme isteğine– yorarım bunu da. Uygarlığın karmaşasından uzak oluşuna. Tabii memnunum içinde yaşadığım çağdan :)
Granser, buhardan ve elektrik enerjisinden bahsediyor torunlarına, nasihatvari. Sanayi devrimine göz kırpıyor, medeniyete özlem duyuyor. Gerçekten de gençlik yıllarını uygarlığın mutlaklığına inanarak geçiren birinin aynı uygarlığın sona erişine tanık olması çok acı olmalı, yeis içinde bırakır kişiyi. Bir de hurafecilere karşı uyarıyor onları. En büyük engel olarak ilerlemenin önünde.
Neyse, ne kadar ilerlerse ilerlesin bir uygarlık, sönecektir ve bir başkası, hep olduğu gibi, ateş ve kan üzerinden evrilecektir, diyor London. Aklıma yatıyor getirdiği bu yorum.