Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
OKUMA ÖZÜRLÜ YÖNETİCİ DİYİNCE AKLINIZA KİM GELDİ ?!?! =))
Okuyan toplumlar kafaca aydınlandığı ve yükseldiği için “okuma özürlü” yöneticiler aydınlanmış halkın yönetimini zor bulur. Kara cahilleri gütmek tarihte kolay sanılırdı. Bu çok acınası bir yanılgıdır; kafaca yükseltilmiş halk, kendi kendini yöneteceğinden, o kalabalık yöneticilere fazla iş kalmaz gerçekte.
Sayfa 132 - Evrensel Basım Yayın 1. Baskı 2000Kitabı okudu
Az iz Sancar DNA'yı onaran "fotoliya z " isimli bir enzim üzerinde yıllardır çalışmak t adır. Bir gün Türkiye'ye tatile gelirken Türk Hava Yollan uçağındaki dergide jetlag ile ilgili bir makale görür. O maka­ leden yola çıkarak jetlag ile sirkadiyen saatierin birbiriyle ilişkisi üzerine zihninde bir ışık yanar. Sancar'ın yıllardır üzerinde çalıştığı fotoliya z enzimi de ışıkla ak t ive olan bir enzimdir. Konuyu incelediğinde görme özürlü insan­ Iann veya kör farelerin de bu sirkadiyen saate uygun biyolojik fonk­ siyonlarının olduğunu fark eder. Aslında görme fonksiyonundan başka bir algaçla da ışıktan haberdar olduğumuz sonucuna varır. Bu bilgiyi önceki çalışmalarına ekiediğinde CY T 1 ve CY T 2 isimli proteinleri keşfeder. Bu proteinler sayesinde tıpkı bitkilerin güneş ışığının farklı dalga boylarına reaksiyon vermeleri gibi bizim vücudu­ muzun da güneş ışığına reaksiyon verdiği or t aya çıkar. Bu iki prote­in reaksiyonlarda görev alır.
Reklam
Yoruma gerek var mı ?
Türkiye okuma özürlü topluma dönüştürüldü. Bu özür doğuştan değil, kalıtsal değil, uygulanan ekonomik politikaya koşut kültür politikasının sonucu.
Sayfa 37 - Evrensel Basım Yayın 1. Baskı 2000Kitabı okudu
icadın anası ihtiyaçtır.
"İcadın anası ihtiyaçtır." Yani, varsayımsal olarak icatlar toplumun giderilemeyen bir ihtiyacı olduğu zaman yapılır: Bir teknolojinin yetersiz ya da sınırlayıcı olduğu herkesçe kabul edilmektedir. Olası mucitler, para ya da ün kazanma umuduyla güdülenerek o ihtiyacı saptar ve karşılamaya çalışırlar. Sonunda bir mucit, mevcut yetersiz teknolojiden daha üstün bir çözümle ortaya çıkar. Çözüm toplumun değerleriyle ve başka teknolojileriyle uyuşuyorsa toplum çözümü benimser. Buna iyi bir örnek yakın çağların en büyük mucidi Thomas Edison'un en özgün icadının tarihidir. Edison 1877'de ilk gramofonunu yaptığı zaman bir makale yayımladı, bu makalede icadının kullanılabileceği yerleri on madde halinde belirtti. Bunların arasında ölmekte olan kişilerin son sözlerini kaydet- mek, görme özürlü kişilerin dinlemesi için kitapları plağa almak, saatin kaç olduğunu duyurmak, hecelemeyi öğretmek vardı. Edison'un öncelikler listesinde müziğin yeniden üretimi ilk Sıralarda yer almıyordu. Birkaç yıl sonra Edison yardımcısına icadının hiçbir ticari değerinin olmadığını söylemişti. Daha sonraki birkaç yıl içinde düşüncesini değiştirdi, gramafon satmak üzere iş hayatına atıldı ama bürolarda dikte ettirme makinesi olarak. Başka girişimciler madeni bir para atıldığı zaman popüler müzik çalacak şekilde gramofonu değiştirip müzik kutusu adı verilen şeyi türettikleri zaman, ciddi büro işlerinde kullanılan icadının değerini düşürdüğü için olsa gerek, Edison buna karşı çıktı. Ancak 20 yıl kadar sonra istemeye istemeye gramofonunun aslında müzik kaydetmeye ve çalmaya yaradığını kabul etti.
Bu söylenenler daha da uzar gider. :)
Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli için "MHP'yi küçülten zat, uçma özürlü, ırkçı, alçak, adi, namert, aile nedir bilmez, çoluk çocuk nedir bilmez, siyasette çırak bile olamadı, ağzından salyalar akıyor, ikiyüzlü" diyordu. Devlet Bahçeli de Tayyip Erdoğan için "klinik vaka, senin yaptıklarına ancak iblis teşebbüs eder, şerefsiz" diyordu.
Sayfa 83 - Kırmızı K. Y.Kitabı okuyor
Kişinin basardan yoksun olması onu yalnızca görme özürlü yapar, ama basiretten yoksun olması insanlığından ayırır.
Reklam
Eğer bir gün beni, çevresine uyum sağlayamamış, kendini toplumdan soyutlamış, kederli, kamburu çıkmış, duygusal bir özürlü gibi görecek olursanız (ki burada genel olarak, şubat ayının o soğuk pazar sabahlarını düşünüyorum) bu durumun sorumlusunun, 1964 Eylülü'nde kısa pantolonla dolaşmak zorunda kaldığım o dört hafta olduğunu unutmayın.
…Yoksulluğun özürlü olmak demek olmadığını ve acıyı getiren ana neden olmakla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını ve zengin çocuklarının da, yoksullara ve iyi durumda olmayan çocuklara oranla daha çok avantaja sahip olmadıklarını anladım. Mutluluğun ya da mutsuzluğun, cep harçlığının oranıyla bir bağlantısı olmadığını, çok daha derin nedenleri olduğunu da.
Özürlü Beden
Böylece özürlü beden sokaktaki insanlar, yazarlar, bilginler, hatta onunla ilgilenenler tarafından görüldüğünde bile, hayali bir biçimde iğrendirici ve sefil olmayı sürdürür. Ne var ki, 18. yüzyılın sonunda tarihsel bir kırılma yaşanacaktır. Özürlüler eğitilmeye, aşağı tabaka olarak görülmemeye, çirkin ve korkutucu görüntülerinden kurtulmaya başlarlar.
Sayfa 362Kitabı okudu
Özürlü beden yalnızca kusurlu beden değildir, aynı zamanda her türlü zararın ve acının izini taşıyan bedendir.
Sayfa 360Kitabı okudu
Reklam
Bütün insanlar özürlüdür.
Kolları olmayan bir adamın bacakları, kolları olana göre daha güçlüdür. O halde kolları olmayan adamın, özürlü olan organı koluysa, ona göre de benim bacaklarım özürlüdür. Çünkü hiçbir şekilde ben bacaklarımı onun kadar usta kullanamam.
Sayfa 233 - Kashna Kitap AğacıKitabı okudu
Araba almak yerine....
Üniversitedeyken kendime bir Peugeot 106 alacak param vardı, onu hatırlıyorum. O günlerin havalı arabalarından biriydi Peugeot 106, çok önemliydi; bir Peugeot 106'nız varsa üniversitedeki kızlarla gezme şansınız daha yüksekti. Ama üniversitede eğer arabanız yoksa, otobüsle gidip geliyorsanız yine lisedeki burslu, az biraz özürlü Mert gibi burada da böyle bir kaybınız oluyordu. Ama ne yaptım biliyor musunuz? İrademi kullandım, almadım. Evet, bir Peugeot 106 alabilirdim; alsaydım güzel kızlarla çıkma şansım artacaktı, ama ben bunun yerine geleceğimi kurtarayım dedim ve gittim bir arsa aldım!
C. W. Mills'e göre (1964: 129), doğumu takip eden ilk yıl içinde sağ kalmak, sağlıklı olmak, hastalanınca kısa zamanda iyileşmek, suçlu çocuklardan olmamak, orta veya yükseköğrenim derecesini tamamlamak, güzel sanatlar görmek vb. birer yaşam şansıdır. Bunların dışında yerine göre beyaz bir ailede doğmak, özürlü olmamak, uzun boylu olmak ya da "dünyaya erkek olarak gelmek" gibi fiziksel özellikler de sayılabilir. Dolayısıyla kültürel sermayeye sahip olabilmek için de önce yaşam şanslarına ihtiyaç vardır. Sosyal statüsü yüksek bir ailede doğma şansına sahip olamamış bir çocuğun güçlü bir kültürel sermayeye sahip olması ihtimali çok düşüktür. Dolayısıyla insanlar neye inanırlarsa inansınlar, iktisadi bir düzen olarak sınıf yapısı, o yapı içindeki durumlarına göre, insanların hayat şanslarını etkilemektedir (Mills, 1964: 137). Mal varlığındaki farklılıklar hayat şanslarındaki farklılıkları doğurur; statü farklılıkları da bundan daha önemli olan hayat tarzlarındaki farklılıklara yol açarlar.
Modern insan bir anlamda mesajların mutlaka dolanması gibi bir saplantısı olan, zihinsel özürlü bir hastalık hastası, sibernetik tutkunu bir varlık olarak nitelendirilebilir.
Şanstan yana doğuştan özürlü sayardı zaten kendini Elsa, çünkü Yahudi dinine mensuptu! Dünyada mevcut en zor din herhalde onlarınkiydi. Yahudilere durmak, dinlenmek ve huzur yoktu! Onlara, "Yürü!" buyurmuştu, Tanrıları.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.