Kör kuyular içerisinde kalan insanların hayatını anlatan bir kitap. O kadar dipdeyiz ki dünya üzerinde gezerken, başka insanlara bakarken aslında kimseyi görmüyoruz. Mesela bir çocuk hayatı mahvaluyor onu elimizle amansız acılara itiyoruz ama en dipdeki kuyuda olduğumuz için fark edemiyoruz. Sadece acı çeken kişiler kör kuyuda değiller, başkalarına acı veren yahut acı çekmesinden rahatsız olmayıp bundan faydalananlarda o kör kuyulardalar.
Ne kadar garip değil mi sabahtan akşama bir avlu dolusu insanın bir kızın ağlamasını izlemesi için para vermesi, orada beklemesi. Şimdi bir edebi eser içlerine yerleştirilmiş ve yok canım böyle de olmaz gerçek hayata diyoruz değil mi? Bilmem ne marka telefon almak için akşamlardan kapılarda beklediğimiz, bilmem ne ünlüyü göreceğiz diye yollarda mahvolduğumuz insan topluluğu olarak bana garip gelmedi.
Ve kitapta en güzel işlenen konu; başında başı olması. Sonu gelmeyen bir üst varlık. Kim geldi kim gitti, neden geldi neden gitti belli değil. Belli olan tek şey acı çeken insanlara artık arkamızı bile dönmüyoruz, gözlerimizi açıp onlara iyice net bakıp görmezden geliyoruz.
Benzetmelerle dolu bir kitap. Çok kuvvetli insanın içini titreten benzetmeler var. Yazar diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da bir olay neden oldu, nasıl oldu bir anda açıklamıyor. Hatta bazı şeyleri son satır okununcaya kadar anlaşılıyor. Askıda kalan, nedeni belirsiz bırakılan çok olay var. Hepsi bir bütünün okura bırakılmış parçaları gibi.