Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Lut So-ar'a girdiği zaman Güneş Dünya üzerinde yükseldi, diye okudum. Sonra Tanrı Sodom'a ve Gomora'ya gökten kükürt ve ateş yağdırdı; bu şehirleri yerle bir etti, ve bütün ovayı ve o şehirlerin bütün halkını ve yerde yetişen her şeyi. Oluyor işte. Her iki şehrin halkının da içleri kötüydü, herkesin malumu olduğu üzere. Dünya
Şu an burada olmak zorunda olduğum için olmak istediğim yerde olamıyorum
Yıllar önce, "İnsanlardan beklentiniz nedir?" gibi bir soruyla karşılaşmıştım. Şöyle cevaplamıştım o soruyu; "Susun! Çünkü bana söyleyeceğiniz her şeyi ya daha önce birileri söyledi ya da bir yerlerde okudum. Nasihat kafa karışıklığına iyi gelir; merhamet acıya, şefkat öfkeye... Ve ben o kadar çok şey görüp geçirdim ki, ne nasihate ihtiyacım var artık ne merhamete ne de şefkate. Çünkü tahammülüm kalmadı artık. Çünkü hiçbiri gerçek değil. Gerçek olan tek bir şey var; Şu an burada olmak zorunda olduğum için olmak istediğim yerde olamıyorum ve bir gün burada olmak zorunda kalmadığımda olmak istediğim yerde olacağım. Bedenimle ya da ruhumla. Bilmiyorum. Bir gün olacak ama bu. Anlayabiliyorsanız bunu içinizden anlayın. Anlamıyorsanız da, susun..."
Reklam
Martin Luther şiddetli bir Yahudi karşıtıydı. Worms'daki Meclis'te şöyle konuşmuştur: "Bütün Yahudiler Almanya'dan sürülmelidir." Ve Yahudiler ve Yalanları Üzerine isimli (muhtemelen Hitler'i etkileyen) bir kitap yazdı. Luther, Yahudileri "kuluçkadaki yılanlar" olarak tanımladı ve bu aynı ifade Hitler tarafından, 1922 yılında yaptığı ve birçok kez bir Hristiyan olduğunu tekrarladığı dikkat çekici bir konuşmada kullanıldı: Bir Hristiyan olarak Tanrımın ve Kurtarıcımın beni bir savaşçı olarak gördüğünü hissederim. Bir zamanlar sadece birkaç takipçisi yanında olan yalnızlık içindeki bir adama, ne halt olduğunu gördüğü Yahudilere karşı savaşmak için insanları toplamayı ve acı çeken biri olarak değil savaşan biri olarak en iyi olduğunu gösterdiğini hissederim. Bir Hristiyan ve adam olarak, Yüce İsa'nın en sonunda Tanrının gazabıyla ayağa kalkıp, tapınakta kuluçkaya yatmış olan yılanları kovmak için kamçıyı eline almasının anlatıldığı pasajı sınırsız bir sevgiyle okudum. Yahudi zehrine karşı verdiği savaş ne kadar da olağanüstüydü. Şimdi, yani iki bin yıl sonra, hiç olmadığı kadar derin bir şekilde anlıyorum ki Yüce İsa'nın bu savaş için haç üzerine kanını dökmesi gerekiyordu. Bir Hristiyan olarak aldatılmama izin verme lüksüm yok, aksine hakikat ve adalet için bir savaşçı olma ödevim var... Ve eğer doğru hareket ettiğimizi gösterebilecek herhangi bir şey varsa o da her gün büyüyen üzüntümüzdür. Çünkü bir Hristiyan olarak kendi insanlarıma karşı da sorumluluğum bulunur.
Ruhumu bu paragrafta bıraktım
Yıllar önce "İnsanlardan beklentiniz nedir?" gibi bir soruyla karşılaşmıştım. Şöyle cevaplamıştım o soruyu; "Susun! Çünkü bana söyleyeceğiniz her şeyi ya daha önce birileri söyledi ya da bir yerlerde okudum. Nasihat kafa karışıklığına iyi gelir; merhamet acıya, şefkat öfkeye... Ve ben o kadar çok şey görüp geçirdim ki, ne nasihate ihtiyacım var artık ne merhamete ne de şefkate. Çünkü tahammülüm kalmadı artık. Çünkü hiçbiri gerçek değil. Gerçek olan tek bir şey var; Şu an burada olmak zorunda olduğum için olmak istediğim yerde olamıyorum ve bir gün burada olmak zorunda kalmadığımda olmak istediğim yerde olacağım. Bedenimle ya da ruhumla. Bilmiyorum. Bir gün olacak ama bu. Anlayabiliyorsanız bunu içinizden anlayın . Anlamıyorsanız da, susun ..."
İthaki yayınlarıKitabı okudu
Oğuzcum Ataycığım a selâm olsun...
"Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum, seni de tanıdım... Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Hahlısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sade- ce A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbir- leri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir..."
Sayfa 349 - Derdâ
Kelimelerin Bazı Anlamlara Gelmediğine Dair
Yıllar önce "İnsanlardan beklentiniz nedir?" gibi bir soruyla karşılaşmıştım. Şöyle cevaplamıştım o soruyu; "Susun! Çünkü bana söyleyeceğiniz her şeyi ya daha önce birileri söyledi ya da bir yerlerde okudum. Nasihat kafa karışıklığına iyi gelir; merhamet acıya, şefkat öfkeye... Ve ben o kadar çok şey görüp geçirdim ki, ne nasihate ihtiyacım var artık ne merhamete ne de şefkate. Çünkü tahammülüm kalmadı artık. Çünkü hiçbiri gerçek değil. Gerçek olan tek bir şey var ; Şu an burada olmak zorunda olduğum için olmak istediğim yerde olamıyorum ve bir gün burada olmak zorunda kalmadığımda olmak istediğim yerde olacağım. Bedenimle ya da ruhumla. Bilmiyorum. Bir gün olacak ama bu. Anlayabiliyorsanız bunu içinizden anlayın. Anlamıyorsanız da, susun..."
Reklam
Rivayete göre Rasûlüllah (s.a.v.), bir namaz kıldı, ancak kıldığı namazda okumakta olduğu bir âyeti atladı. Namazı bitirince, arkasındakilere: “Ben ne okudum?” diye sordu. Cemaat sustu. Bunun üzerine Übeyy b. Ka’b (r.a.)’a sordu. O da şöyle dedi: “Şu sûreyi okudun ve şu âyeti de atladın. Biz, bu âyetin nesh mi olunduğunu yoksa kaldırılmış mı olduğunu bilmiyoruz?” Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Übeyy doğrusu sen bu işin ehlisin” dedi. Sonra da ötekilerine dönerek şöyle buyurdu: “Ne oluyor o insanlara ki, cemaatle namaz kılıyorlar, saf l arını da tamamlıyorlar ve aralarında da peygamberleri bulunduğu halde, Rablerinin kitabından ne okunduğunu bilmiyorlar. Aklınızı başınıza devşirin. İsrailoğulları da aynen böyle yaptılar da, Aziz ve Celil Allah peygamberlerine vahiyde bulunarak, kavmine şöyle söylemelerini söyledi: “Sadece vücutlarınızla bana geliyorsunuz, dillerinizi bana veriyorsunuz. Fakat kalblerinizi ise benden uzak tutuyorsunuz. Sizin kendisine böylece gittiğiniz şey boşunadır/batıldır.” (Muhammed b. Nas, Mürsel olarak, “K. Salat” eserinde, Ebû Mansur Deylemî de Übeyy b. Kab’tan, ayrıca Abdurrahman b. Ebza’dan sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.)
101- Zühri diyor ki: Ebû İdris'in şöyle dediğini işittim: 'Ebû Derda'ya yetiştim ondan dinledim, Ubade b. Samit'e yetiştim on- dan dinledim, Şeddad b. Evs'e yetiştim ondan dinledim, Muaz b. Cebel'e yetişemedim ama oturduğu her mecliste şöyle dediğini haber aldım: 'Allah hakemdir, adildir, ismi ne yücedir. Onda şüphe edenler helak ol- muştur. Arkanızdan fitneler gelecek, mallar çoğalacak, Kur'ân herkesin elinde olacak. Öyleki kadın-erkek, hür-köle, küçük-büyük herkes ona ulaşabilecek. Sonra adamın biri Kur'ân'ı okuyacak ve şöyle diyecek: Ben Kur'ân'ı okudum insanlar ne diye peşimden gelmiyorlar. Kur'ân'ı okumama rağmen peşimden gelmediklerine göre başka bir şey uydurana kadar peşimden gelmeyecekler. O halde bidatlere (sonradan uydurulan şeylere) karşı dikkatli olun. Çünkü uydurulan her bidat dalalettir. İlim ve hikmet sahibi kişinin kaymasına karşı uyanık olun. Çünkü şeytan hikmet sahibi insanın sözüne dalalet bulaştırır, münafığın diliyle de hak sözü söyletebilir. Diyor ki: Dedik ki: 'Peki, biz nasıl olacak da münafığın hak söz söylediğini, şeytanın da hikmet sahibinin sözüne dalalet bulaştırdığını fark edeceğiz? dedi ki: 'Hikmetli insanın sözlerinin müteşabih olanlarından (yani ne demek istediğini tam kavrayamadığınız) uzak durun. Yani duyduğunuzda "bu da nedir? diye sorguladığınız. Ancak bu söz ondan uzak durmana sebep olmasın. Ola ki o yanlıştan vazgeçer, hakkı duyduğunda ona tabi olur. Çünkü hakkın üzerinde bir nur vardır. Ebû Davud Sünnet hd.no:4611
Sayfa 44
Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım... Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az.... Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi. Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.
Sayfa 349Kitabı okudu
Şöyle bir şey okudum;
"Dünyadaki merhamet stoğu iyilik ihtiyacını karşılamıyor."
Reklam
Bayan Morel,'Al sana kitabını vereyim,Lily,'dedi.'Birkaç dakikacık,bir sakınca yoksa bununla oyalanır mısın?' 'Hayır,teşekkür ederim,'dedi Lily,'Hiçbir şey yapmadan oturacağım öyle.' 'Ama canın sıkılır.' William sinirli sinirli,büyük bir hızla yazıyordu.Mektubun zarfını kapatırken,'Kitap
Sayfa 202
Şeyh Sadi Şirazi'nin Gülistan veya diğer adıyla Çiçek Bahçesi şiirini okudum ve orada şöyle diyordu: ''Bilge birine sormuşlar: Yüce Tanrı'nın azametli ve gölgeli olarak yarattığı birçok ünlü ağaçtan, hiç meyve vermeyen servi dışında hiçbirine azat edilmiş, özgür denilemez; bunda ne hikmet vardır? Bilge adam şöyle cevap vermiş: her birinin kendisine uygun meyvesi ve belirlenmiş bir mevsimi vardır. Bu mevsim boyunca tüm ağaçlar yeşildir ve çiçek açarlar; ve diğer mevsimlerde ise kurur ve solarlar; ancak bu durumların hiçbiri seviyi etkilemez, servi her zaman serpilir. İşte azat edilmişler veya dini olarak özgürler de bu doğaya sahiptirler. Geçici olanlara kalbinizi bağlamayın; çünkü halifelerin soyu tükendikten sonra da Dicle nehri Bağdat'ın içinden akmaya devam edecektir. Eğer elinizde çok varsa, hurma ağacı gibi cömert olun; ama eğer verebileceğiniz hiçbir şey yoksa, servi gibi azat veya özgür biri olun.''
Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım... Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi. Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir
Yahya B.Ebu Kesir (رحمه الله) der ki: Hikmet kitabında şöyle bir şey okudum: "Ey insanoğlu! Ailene en güzel ahlakı vermeye bak! Zira vaktinin az bir kısmını onlarla geçirebileceksin." Cilt, 3/s.69 (3357)
Sayfa 69 - Ocak Yayınları
493 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.