Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Buradan alın beni! Fırtına gibi hızlı bir troyka verin bana! Otur, arabacı, çal çıngırağımı, kanatlanıp uçun atlar, götürün beni bu dünyadan! Uzaklara, çok uzaklara, hiçbir şeyin, hiçbir şeyin görünmedigi yerlere. İşte gökyüzu karşımda yükseliyor, küçük bir yıldız parıldıyor uzaklarda; koyu ağaçlarıyla ve ayla birlikte geride kalıyor orman; mavi bir sis seriliyor ayaklarımın altına; sisin içinden müzik sesi geliyor; bir tarafta deniz, diğer yanda İtalya ; işte Rus köyleri de görünüyor. Şu uzakta görünen benim evim mi? Pencerede oturan annem mi? Anacığım, kurtar şu zavallı oğlunu! Şu ağrıyan başına bir damla gözyaşı dök, bak oğluna nasıl eziyet ediyorlar! Bas bağrına zavallı yetimini! Dünyada gideceği yer yok! Her yerden kovuyorlar! Anacığım! Acı şu hasta yavruna!. Bu arada, Fransız Kralı'nın burnunun altında bir şiş olduğunu biliyor musunuz?"
Belki de mesele bu, diye düşünüp duruyordum. Belki de yaşadığım hayat için fazla yaşlanmıştım kardeşlerim. Artık on sekizindeydim, yeni bitirmiştim. On sekiz genç yaş değildi. Bizim Wolfgang Amadeus on sekizinde konçertolar, senfoniler, operalar, oratoryolar filan, bir sürü bok püsür yazmıştı, hayır, bok püsür değil, ilahi müzik. Sonra şu bizim Felix M. de Yaz Ortası Gecesi Rüyası Uvertürü’nü yazmıştı. Başkaları da vardı. Ayrıca şu bizim Benjy Britt’in elinden tuttuğu Fransız şair, en güzel şiirlerini on beşinde filan yazmıştı, ey kardeşlerim. Adı Arthur’du. Yani on sekiz, kesinlikle genç bir yaş değildi. İyi de ne yapacaktım peki?
Reklam
Hans Castorp gülümsedi ve minnetle derin bir soluk aldı. Bu arada görüntü daha da güzelleşmiş, bir köşesinden güçlü, kusursuz bir gökkuşağı çıkmıştı, altındaki yoğun parlak yeşile doğru akan nemli yağlıboya renklerinin görkemli ışıltısıyla. Arp ezgilerine flüt ve keman seslerinin karıştığı bir müzik parçasıydı sanki ve özellikle mavinin ve morun vurgusu olağanüstüydü. 'Ah evet, işte tam böyle!' diye haykırdı kendini tutamayıp, sanki şu anda önünde açılan mavi gün ışığını her zaman gizlice yüreğinde taşımışcasına - kendisinden bile gizleyerek.
Sayfa 184
Modern Batı'nın alâmeti farikası olan bilimsel, teknolojik, entelektüel ve sanatsal yeniliklerin hemen hemen hepsinin kökeni Batı dışı toplumlardır. Örneğin gemicilik ve denizcilik teknolojiler Çin ve Müslüman Orta Asya'da geliştirilmiştir, top ve barut Çin'de. Bugün bildiğimiz Batılı müzik enstrümanlarının ataları Ortadoğu ve Kuzey Afrika kökenlidir. Her şey bir yana Avrupa'nın dini bile Ortadoğu'dan ithal edilmiştir. İslâm âleminden Batıya doğru gerçekleşen ihracın en açık kanıtları Arapçadan İngilizceye geçmiş şu sözcüklerdir: Algebra (cebir), alkali ( alkali), admiral (amiral), mask (maske), sugar (şeker), syrup (şurup), lute (ud), guitar (gitar).
Sayfa 36
Ağır ağır ölürler, okumayanlar, müzik dinlemeyenler ve vicdanlarında hoşgörü barındırmayanlar... Pablo Neruda
geceleri uluyarak kente belki inebili­riz. bizi çağıranlara gideriz. orada bir süre bekleriz. bize su ve ekmek verir­lerse yer, içeriz. teşekkür ederiz, döneriz sonra. onlar arkamızdan ağır ağır el sallarlar. sallanan ellere bakarız. bizim nezdimizde ay, gezegene savaş ilan etmiştir. istersek yağmuru başlatırız. acılarımıza ödül verirler. ödülü almaz, reddederiz. müzik olarak ne çalmalı.. blues?..peki.
Reklam
Babasının plakları içinde en çok sevdiğim Liszt’in piyano konçertolarından biriydi: her yüzde birer konçerto. Onu iki sebepten seviyordum. Öncelikle plağın kabı güzeldi. İkincisi, tanıdığım hiç kimse –Şimamoto hariç tabii ki– Liszt’in piyano konçertolarını dinlemiyordu. Bu düşünce beni heyecanlandırıyordu. Etrafımdaki kimsenin bilmediği bir dünya bulmuştum –sadece benim girmeme izin verilen gizli bir bahçe. Başka bir boyuta geçiş yapmış, yükselmiştim. Müzik tek başına harikaydı. İlk seferde bana abartılı, yapay hatta anlaşılmaz gelmişti. Yavaş yavaş, tekrar tekrar dinledikçe, beynimde belli belirsiz bir imge oluşmuştu –anlamlı bir imge. Gözlerimi kapatıp konsantre olduğumda, müzik bir dizi girdaba dönüşüyordu sanki. Bir girdap oluşuyor, onun içinden bir diğeri şekilleniyordu. Ve ikinci girdap bir üçüncüsüyle birleşiyordu. Bu girdaplar, şimdi anlıyorum, kavramsal, soyut şeylerdi. Her şeyin ötesinde, Şimamoto’ya onlardan bahsetmek istiyordum. Ama onlar sıradan dilin ötesindeydi. Tamamen farklı kelime dizilerine ihtiyaç vardı ama onlara dair hiçbir fikrim yoktu. Dahası, hissettiklerimin kelimelere dökmeye değip değmeyeceğini bilmiyordum. Maalesef, piyanistin adını şu an hatırlayamıyorum. Hatırladığım tek şey renkli, parlak plak kılıfı ve plağın ağırlığıydı. Plak, gizemli bir şekilde ağır ve iriydi.
Doğan Kitap
M.Ö. 4000’de, yaklaşık altı bin yıl önce, orada yüksek bir uygarlığın tüm temel unsurları, sanki yoktan ve hiç neden yokken var olmuşçasına gelişivermişti. Şu anki uygarlığımızın kökleri ve öncülleri Sümer’e dayanmayan bir unsurunu bulabilmek neredeyse imkansızdır: şehirler, yüksek binalar, caddeler, pazar yerleri, tahıl ambarları, limanlar, okullar, tapınaklar; metalürji, tıp, cerrahi, tekstil yapımı, gurme gıdalar, ziraat, sulama; tuğla kullanmak, fırının icadı, ilk tekerlek, tekerlekli arabalar; gemiler ve seyrüsefer; uluslararası ticaret; ağırlık ve ölçüler; krallık, kanunlar, mahkemeler, jüriler; yazı ve kayıt tutma; müzik, müzik notaları, müzik çalgıları, dans ve akrobasi; evcil hayvanlar ve hayvanat bahçeleri; savaş araç gereçleri, sanatçılık. Ve hepsinden önemlisi: göklerin ve “Gökten Dünya’ya gelmiş olan” tanrılara ait bilgi ve çalışmalar...
Beğeniyorsan saygı duymayı da bileceksin. Ama işte Türkiye'de insan haklarına, emeğe duyulan saygıya dair, bunun müzik sektöründeki karşılığına dair bir örnek bu. Her şey yanına kâr kalıyor insanın.
Sayfa 123Kitabı okudu
...su kaynayıncaya kadar müzik devam etsin, cinler yanıp yok oluncaya kadar fişekler atılsın, kötü fikirler yok edilinceye kadar içkiler içilsin, gelsin yosmalarla ip cambazları, celeplerle fotoğrafçılar; hepsi de benim hesabıma, bayanlar baylar, işte artık şarlatanların kötü ünü tarihe karışıyor ve evrensel refah dönemi başlıyor.
Sayfa 78 - Can Yayınları
Reklam
Karanlığın ve sessizliğin de kendine göre harika yanları var ve ben elimdekilerle mutlu olmayı öğrendim. Zaman zaman karanlığın beni bir sis gibi sarmalayıp yalnızlığa ittiği anlar olmuyor değil. Sisin gerisinde ışık, müzik ve insanlar var ve benim içeri girmeme izin yok. Kader, sessizlik ve acıma duygularından oluşmuş bir kafesim var. Sözcükler dilimin ucuna kadar geliyor ve sonra kalbimdeki dökülmemiş yaşların arasında kayboluyor. Sessizlik ruhumun üzerinde oturuyor. Sonra umut bir gülümseyişle ortaya çıkıp bana şöyle fısıldıyor: ‘Neşenin kaynağı kendini unutmaktır, başkalarına yardım et.’ Başkalarının gözlerindeki ışık benim güneşim, kulaklarındaki müzik senfonim ve dudaklarındaki gülümseme mutluluğum oluyor.”
Her yere gidip herkesle tanışamaz, istediğimiz her mesleği yapamayız tabii ama o hayatlarda hissedeceklerimizin çoğunu hissedebiliriz yine de. Kazanmanın nasıl bir his olduğunu anlamak için bütün sporları yapmamız gerekmiyor. Müziği anlamak için gelmiş geçmiş bütün müzik eserlerini dinlememiz gerekmiyor. Şaraptan zevk alabilmek için dünyadaki bütün bağların üzümleriyle yapılmış bütün şarapları tatmamız gerekmiyor. Sevgi ve gülmek, korku ve acı, bu hayatta en gerçek akçeler. Gözlerimizi kapayıp önümüzdeki içeceğin tadını çıkarmak ve çalan müziği dinlemek yeterli. Şu anda olası bütün hayatlarda yaşadığımız kadar eksiksiz ve tam bir hayat yaşıyoruz, aynı türden duyguları burada da deneyimleyebiliriz. Olmamız gereken tek bir kişi var. Hissetmemiz gereken tek bir varoluş var. Her şey olabilmek için her şeyi yapmamız gerekmiyor çünkü zaten sonsuzuz. Yaşadığımız her an sonsuz olası geleceğe gebe. Onun için bu hayatımızdaki insanlara iyi davranalım. Arada bir başımızı kaldırıp yukarı bakalım çünkü nerede olursa olalım gökyüzü her daim sonsuz.
Sayfa 272Kitabı okudu
Bir Şey Öğrendim (Her Şey Olmuş Bir Hiç Tarafından Yazılmıştır.) yaşayamadığımız hayatların yasını tutmak kolay. başka yeteneklerimizi geliştirmiş, bazı teklifleri kabul etmiş olmayı dilemek kolay. daha çok çalışmış, sevmeyi daha iyi becermiş, paramızı daha iyi idare etmiş, daha popüler biri olmuş, o gruptan ayrılmamış,
Tahta köprüyü geçip çağlayarak ve köpükler saçarak akan suyun tadına varmak ve içinde çeşitlilik barındıran tekdüze doğaya özgü sesi dinlemek içine oturdu. Su sesini müzik kadar, belki de ondan da çok severdi
Sayfa 151
Salinas Bando'su ulusal marşı çalarak önden yürüyor, yanda yürüyen aileler ağlıyor, müzik ağıt gibi geliyordu kulağa. Askere alınanlar annelerine bakmıyorlardı. Bakmaya cesaret edemiyorlardı. Savaşın bizim başımıza gelebileceğini hiç düşünmemiştik.
Sayfa 527Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.