BİR GÜN ANLARSIN
Uykuların kaçar geceleri
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın
Onun unutamadığın hayali
Sigaradan derin bir nefes çekmişcesine dolar
''Her yıl,bahar Ağrıdağının üstüne yürürken,dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler,kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının,kırmızı çakmak taşı kayalıklarının üstüne serip halka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tanyeri ışırken bellerindeki kavallarını çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden
Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş.
Bir bulut uçardı
Başı boş bedava
Yandı kül oldu.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.
Ağaç büyür arkasında koşamam
Kervan yürür peşi sıra düşemem
Yıldız akar uçsam da yetişemem.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu.
ANIT
Yeni geldiğimiz karakolun taze bir şehidi var. Bir ay kadar önce pusu mevziine çıkarken çapraz ateşle yığılıvermiş bir taşın üstüne. Belli ki, morali bozuk karakola biraz renk geldi bizimle. Sıkıntıları biraz olsun azaldı gibi. Ama kinlerini gözlerinden okuyabiliyorum. Bize karşı da biraz hayranlık, biraz da ümitle bakıyorlar. Belki
LOJMAN
Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı bir aileler topluluğu bu. Çalışmayan kadınlar için standart bir hayat: Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar, öğleye kadar ev işleri, öğleden sonra kadın
SÜRVEYAN HEKİM
“Doktordan satılık araba” diye ilan verirler, çok doğru aslında.
Ne o arabayı kullanacak vakit bulursunuz, ne de düzenli bir hayatınız olur.
Hele bir de cerrahsanız, o uyku denen tatlı şeyle bir türlü buluşamazsınız.
Ben de Güneydoğu’da görev yaparken hem uykudan, hem de arabamdan mahrum kaldım. Zaten kullanmaya vakit
Daha önce çok araba eskitti bu yamuk yumuk asfaltı, çok yağmur yedi, çok kar örttü üstünü, çok fazla kere dik aldı güneş ışınlarını çatladı, kırıldı, çöktü, eğim verdi. Ama şu garibim asfalt bile kaldıramadı üzerinde olup biteni. Başına gelen her şeyden daha ağır geldi. Ayaklarımın arasında asfaltın, ortasına taş yemiş cam gibi çıtır çıtır kırıldığını hissediyordum az sonra dağılmaya başlayacak ve hepimiz yerin dibine girecektik. Azcık utanması varsa asfaltın bu kaçınılmaz sondu. 9-10 yaşında bir çocuk - düşmanını bile ilk önce sevmek zorunda olduğuna inanan bir çocuk - en sevdikleri tarafından ihanete uğruyordu. Asfalt da ihanet etti, çevirdi yüzünü başka yere bakmaya başladı, yer yarılmadı, içine girmedik.
‘’ Altı yüzlü yılların ilk yarısıydı. Türk budunu Çin ülkesinde tutsaktı. Yıllar süren tutsaklık Türklerin ağırına gidiyordu. Kürşad ve 40 ülküdaşı Türk budununun hürriyeti ve istiklâli için Çin Hükümdarının sarayı Siganfu’yu basıp, onu tutsak edecek, olmazsa öldürüp, budunu tutsaklıktan kurtaracaklardı. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor,
İMROZ'DA ALAGEYİK ÇIĞLIĞI
bu boşluk sizin mi bayan Lena
Dereköy'de taş evin avlusunda
dalıp gitmiştiniz, daldığınız kıyılarda bulduk sizi
kulaç kulaç ıraklaşırken ada sahillerinden
.... Çoğu mezar taşında doğum ve ölüm tarihleri yazılıydı. İki taş ve iki tarih arasında bir hayat. Öyleyse ne önemi var insanın?
O' nun dışındaki herşeyin kırılışını simgeliyordu kabirler.
Neler yatıyordu bedenler maada toprak altında? Sırlar geldi ilk aklıma. İkinci aklıma gelen : ayrılıklar. Yalan ve dolanlar. İyilikler ve kötülükler. İnsan hikayeleri. Geçirdiğimiz depresyonlar, panik atakları. Zekiler, kıt akıllılar. Yakınmalar, şükürler. Bitmişti işte. Öte dünyaya başlamak için. Herşey oraya ulaşmak içindi. Tez geçmişti övgülerin hazzı. İnsanların övgüsü de kalabalıkların yergisi de kabrin karanlığında sıkışıp kalmıştı. Övgüler de yergiler de sıkışıp kalmıştı. Övgüler de yergiler de eşit derece önemsizdi.