Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.    Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.   Mustafa Kemal Atatürk
İnsan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibarıyla bir kıymet alır. (Sözler, Risale-i Nur)
Reklam
Koşulsuz seven, anne-baba değil çocuktur.
Anne ve babanın zulmü her zaman fiziksel bir şekilde olmaz (ne var ki dünya nüfusunun % 90'ı çocukken dayak yemiştir), zulüm, şefkatin ve iletişimin eksikliği, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmaması, ruhsal acılarına kayıtsızlık, anlamsız ve sapıkça cezalandırma, cinsel istismar, çocuğun koşulsuz sevgisinin sömürülmesi, duygusal şantaj, çocuğun benliğinin yerle bir edilmesi, sayısız farklı şekilde güç uygulanması olarak tezahür edebilir. Bu liste sonsuzdur. En kötüsü de şudur: Çocuk, başka türlüsünü bilmediği için, bunu normal bir davranış olarak görmeyi öğrenir. Her çocuk, ona ne yaparlarsa yapsınlar, annesini ve babasını koşulsuz olarak sever.
Saffat süresinde İshak(as), 'Ey babacığım' dedi, 'Buyrulduğun şeyi yap, emri yerine getir, beni inşaalah sabredenlerden bulacaksın.' Burada oğul ile baba aynıdır. Baba, oğlunu değil, nefsini kesmeye girişmiştir. Ve ona büyük kurbanı feda etmiştir. Düşünde insan süretinde beliren kişi, duyular aleminde koç biçiminde görünmüştür. Böyle olunca oğlu olarak belirdi. Belki babanın ayrı olan kişi, oğul hükmünde tezahür etti. Allah, nasıl ki Adem'den eşini Havvayı yarattı. O halde Adem, nefsini kendisine nikahladı. Demek ki eşi ve oğlu O'ndandır. Oysa varlık, sayıda birdir. Öyleyse doğa kimdir. Ondan beliren kimdir? Biz, onun kendisinden oluşan şeyle eksikliğini ve meydana gelenin yokoluşuyla arttığını görmedik. Doğadan, oluşan ise, O'ndan başkası değildir.
Sayfa 45 - Sufi KitapKitabı okudu
Peki öyleyse, niçin?
Akıl ve özne ve iktidar çün ile tezahür eder: ne içün diye sorabilmekle ve çün ki diye yanıt verebilmek. İnsanın ayrıcalığı yanıtlamak değil, sormaktır, hem de hiç vazgeçmeksizin, ısrarla, biteviye, doğanın yaşamın insanın anlamını sormak. Çün özne'nin ve iktidarın yanı sıra işte burada beliriverir, güya anlam arayışının başladığı yerde, ve tam da burada eylemin bilinçliği niçin sorusunu haklı kılmakla kalmaz, bir de çünkü yanıtını talep eder. Niçin sorusunun karşısında gerilmemek, yani olanın niçin olduğunu, yapılanın niçin yapıldığını tanımlayabilmek ne de zordur oysa. Çünkü demek.
Nihayet kirpiler birbirlerine ne fazla uzak ne de fazla yakın olmanın hem soğuğa hem de karşındaki kirpinin dikenlerine karşı korunmada en iyi yol olacağını keşfederler. Ama bu “mükemmel” mesafenin hem öğrenilmesi hem de muhafaza edilmesi zordur.İkili ilişkilerin bütün problemi bu. “Mükemmel mesafe” eksikliği. İnsan insanın kara sularına girdikten sonra daha fazlasını ister. Daha çoğunu. Daha fazlasını. Ama insanın da dikeni vardır. Yaklaştıkça batar. Girdikçe boğar. Uzaklaşmak zaten dondurucu.İlişkilerin huzursuzluğu burda tezahür eder. Uzaklaştıkça donma, yaklaştıkça can yakma acıtma. Mükemmel mesafeyi yakalayanlar zaten mutlu. Yakalayanların içinde lirik bir sessizlik.
Reklam
Beşer ve İnsan Farkı
"Beşer" dendiğinde kastedilen, varlıkların gelişim silsilesi sonucunda yeryüzüne gelmiş bulunup şimdi yaşamakta olan iki ayaklı hayvan/canlı türüdür.Şimdi yeryüzünde bu türden üç milyar baş hareket etmektedir. "İnsan" dendiğinde ise maksat, sıra dışı ve gizemli üstün bir hakikattir; onun özel bir tanımı vardır ve o tanıma tabiatın diğer tezahür ve olguları girmez.
Sayfa 118 - Üçüncü bölüm/Abadan Petrol Fakültesi KonferansıKitabı okudu
128 syf.
·
Puan vermedi
Selim İleri'nin 'müstehcen' diyerek tek kelimeyle tanımladığı Anayurt Oteli'nin üzerindeki itibarını, ama garip şekilde olan bu itibarı zihnimi dört bir yandan işleyişe geçiriyor. Onun kullandığı müstehcen kelimesi, kitabın her bir yanına itinayla örülmüş cinsel ifadeler ve bu ifadeleri tezahür etmesindeki Zebercet travmasına el atıyor. İlkokul
Anayurt Oteli
Anayurt OteliYusuf Atılgan · Can Yayınları · 202329,8bin okunma
Sevgiliyi âşık yaratır, sonra tapar. Onda eşsiz güzellikler, büyüklükler bulur. Aslında alelâde bir kız veya kadındır ama Mecnûn'un Leylâ'yı görüşü gibi onu ilâhlaştırdıkça artık aşk denilen tezahür başlamıştır. Bununla beraber aşk lüzumlu bir şeydir...
Sayfa 176Kitabı okudu
Bir Müslüman için görünen aynı zamanda gönlünde / kalbinde / aklında görünendir. Sırf temsile / sürete indirgenemez. Bizâtihi insan ve âlem bir görünen, iz ve göstergedir. Görünen sadece temsildir ve mutlaklaştırılamaz. Mutlaklaştırıldığında hem “Tanrı-dışı” hem “insan-dışı” hem “tabiat-dışı” kalır. Yaratma ve yok etme her an oluyorsa, tecelli ve tezâhür sürekli ise, görme, bakma, görünen zorunlu olarak mutlaklaştırılamaz. Çünkü nazar, ru'yet, seyr, müşâhede süreklidir. Ancak hayat ve dünyadan, gerçeklikten kopmamak için, kalp / akıl, bakanın gördüğünü te'vil ve tâbir eder.
Reklam
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında; “Yaratacak ne kalırdı geriye, tanrılar var olsaydı?” diye yazdı. Dostoyevski Karamazov Kardeşler kitabında; “Tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi.” diye yazdı. Mihail Bakunin Tanrı ve Devlet kitabında; “Voltaire’nin sözünü tersine çevirerek diyorum ki, eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmek gerekir.” diye yazdı. Albert Camus bir denemesinde; “Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir. Olabilene gelince, insanlar yeter onu bulmaya.” diye yazdı. Sartre Baudelaire* kitabında; “Tanrı hükmedebilmek için, var olması bile gerekmeyen tek varlıktır.” diye yazdı. Freud Bir Yanılsamanın Geleceği kitabında; “Çocukluktaki aciziyet durumu ve ‘koruyucu baba’ ihtiyacı, yetişkinlikte Tanrı ihtiyacına dönen bir yanılsama olarak tezahür etmektedir.” diye yazdı. Michelangelo’da Ademin Yaratılışı adlı ünlü freski ile; “Tanrı bizi yaratmadı, beynimiz ve hayal gücümüz ile biz onu yarattık” demeye çalıştı. Tüm bunları bir yana koyarsak, varılan tüm yargılardan tüm sonuçlardan ziyade benim asıl ilgimi çeken şey Søren Kierkegaard’ın şu sorusu oldu: “Tanrı, benimle ne kastetmiş olabilir?”
ALLAH'ı sevmek, onun marziyatını yapmaktır. Marziyatı ise, en mükemmel bir surette Zât-ı Muhammediyede (A.S.M.) tezahür ediyor. Lemalar - 58
Mevzun ve muntazam ve mükemmel ve güzel san'atlar, gayet güzel bir programa istinad eder. Mükemmel ve güzel bir program ise, mükemmel ve güzel bir ilme ve güzel bir zihne ve güzel bir kabiliyet-i ruhiyeye delalet eder. Demek ruhun manevî güzelliğidir ki; ilim vasıtasıyla san'atında tezahür ediyor.
Sayfa 621Kitabı okudu
Kütüb' i sitte
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." [Tirmizî, Radâ 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682).] [4] ـ3ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ
Aşık olma halinde ve aşkta büyük bir ahmaklık tezahür eder.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.