“Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ,
Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ…”
***
Dolmabahçe sarayı her zamankinden daha sessizdi,
En yakın arkadaşlarının gözleri dolu dolu ona bakıyorlardı,
O günün sabahında herkeste bir huzursuzluk vardı,
Etrafı kalabalık değildi,
Ayağa kalkacak diye umutla bakıyorlardı,
Tüm heybetine rağmen,
Hayalleri vardı,büyük hayalleri. İsminin hiç önemi yok aslında.Buz gibi soğuk kapıcı dairesinde demir karyolasında uyumadan önce kendini avuttuğu hayallerdi bunlar. Moda dergilerinden fırlamışcasına giyindiği, yokluk kavramının lügatında yer almadığı tabii ki servetle dolu bir hayat hayal ediyordu. Utandığı ailesinin var olmadığı , fakirlik
.
"Gitmekle uzaklaşılsaydı hayattan
İnan bir daha dönmemek üzere giderdim "
Ne zamandır bu günü bekliyorum.
Bu günü bekleyiş sebebim, dönüşü olmayan, içinde bir çok bilinmeyeni barındıran yolculuğumun başlangıcı olmasıydı.
Şimdi nerede miyim?
Otogarda...
Görevli abiden bir bilet aldım.
Nereye gitmek istiyorsunuz sorusuna
Kartal'a kocaman bir kitabevi açıldı. Benim gibi senelerdir bu taşra kentinde yaşayıp yaşlanmış herkes için gidilecek yerler hep belliydi: 70'ler ve 80'lerde Kardeşler Kitabevi vardı, belki de benim gibi nice insana kitap okumayı sevdiren yerlerden birisidir burası. Altı yedi raflı, tavana dek dolu, her yeri kitap bu küçük kitabevinde Harold
Yerinden kalktı, bıçağı çatala vurdu tek kişilik masada...Bekledi, bekledi ve,
-Sayın konuklar,
Bu bir manifestodur!
Yüreği dokunmaya yetmeyenlerin sadece beklemeye bir adım daha dayanmak için sizi ve bizi bir paravan gibi tutmasına son.
Cesaret gerek hüzünlü bir yatağın yalnızlığında yüzmeye
Cesaret gerek bırakanın beklemeyi göğüslemek için ürkek bir kalbi çürütmesi
Ve cesaret gerek sevdasını buğulu gözlerde taşıyana 'seni sevmiyorum' demek
Sesi söylediklerini yalanlar gibiydi. Sözler ağzından iri iri çıkarken bile gözleri bir umutla bekliyordu. Yine kaybettim diyen bir umuttu bu.