Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Değil mi? ☻
Kemal Sayar
Kemal Sayar
: Babil hikâyesinde insanlar Tanrı'ya meydan okumak için bir kule dikiyorlar. "Öyle bir kule dikeceğiz ki şanı her yerden duyulacak. Öyle bir kule dikeceğiz ki Allah'la yarışacağız," diyorlar. Allah da onların dillerini dolaştırıyor ve artık birbirlerinin lisanını anlamaz oluyorlar. Bu muazzam bir metafor. Kutsal kitaplardaki hikâyeleri hep böyle daha derin anlamlarıyla, semboller üzerinden düşünmek lazım. Günümüzde insan, firavunlaşma temayülü içinde.
Sadettin Ökten
Sadettin Ökten
: "Musa'nın Tanrısını görmek için şöyle yüksek bir kule yap da görelim," diyorlar. Aklıma uzaya giden ilk insan olan Gagarin'in sözü geldi. "Gökyüzüne çıktım ama Tanrı'yı göremedim," demişti Gagarin. Halbuki kendisine baksa görecekti.
Sayfa 49
"Sevmediğim bir dünya ile yüz yüze, özgür bıraktın beni. Ve bu dünyayı sevmediğimi söyleyebiliyorsam bu, sen artık yanımda olmadığın için."
Reklam
Ölümsüzlük şuracıkta, bense onu umut ediyordum. Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.
Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar ben yaşarken koptu tufan ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat her şeyi gördüm içim rahat gök yarıldı, çamura can verildi linç edilmem için artık bütün deliller elde kazandım nefretini fahişelerin lanet ediyor bana bakireler de. Sözlerim var köprüleri geçirmez kimseyi ateşten korumaz kelimelerim kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına uçtum ama uçuşum radarlarla izlendi gayret ettim ve sövdüm bu da geçti polis kayıtlarına.
Sayfa 231 - Tam İstiklal YayıncılıkKitabı okudu
Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.
Hâlâ mutluyduk ama artık düşüncelere dalmış olurduk. Bağırışlar ve neşeli ruh hali sona ererdi.
Sayfa 122Kitabı okudu
Reklam
USTAM
Bulduğu ilk fırsatta sordu : "Efendi, bağışla ama neden böyle yaptık anlamadım. O kadar emek vermiştik." "Bu köprünün nesi vardı ki?" " Bir kusuru yoktu. İşimizi gördü miadını doldurdu." "Anlamıyorum" dedi Cihan. "Tamam düşmanın eline geçmesin ama insan nasıl eserini gözden çıkarır?" Sinan bir nefes aldı. "Benim ilk ustam babamdı. Yörenin en iyi marangozuydu, beni de o yetiştirdi. Zadik evveli kırk gün oruç tutardı. Ben de eşlik etmek istediğimde" Sen çalış, tahtadan bir kuzu oy bize "derdi. Dinlerdim. Fakat her seferinde bakar, iyi olmadığını söyler, elimden alırdı. Attım derdi, hadi git yenisini yap. Darılır, kızardım ama kuzularım giderek daha ala oldu." Babam ölünce bir sandık bulduk, yaptığım kuzular içindeydi. Meğer her birini saklamış rahmetli." "O zaman ne demeye attım diyormuş?" " Çünkü zanaatında ustalaşmak isteyen, yaptıklarını geride bırakmayı da bilmeli. Eserinden memnun olursan öğrenmeyi kesersin." Ben artık oldum "dersin. Oracıkta kalır yerinde sayarsın. En iyisi her seferinde yeniden hevesle işe koyulmak, sil baştan." "Tuhaf iş dedi Cihan, kafası karışmış halde.
Sayfa 115 - Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.Kitabı okuyor
Mezhep savaşları da moda gibiydi. Yirmi yılda bir kendini tekrar ederdi. En azından Ortadoğu’da. Batı’da insanlar kendilerine yakışanı giymeyi çoktan öğrenmiş olduğundan, artık sadece fosil yakıtlar gibi asil renkler için kan döküyorlardı. Ancak Avrupa Parlamentosu ve Beyaz Saray'daki halılardan kan lekesi çıkarmak özellikle zordu, bu yüzden de savaşı evlerine sokmuyorlardı. Ama sonuçta onlar da insandı ve bütün insanlar gibi, benzerleriyle savaşmak için can atıyorlardı. Bunun için de birbirlerinin kulaklarına “Çıkışa gel!” diye fısıldıyor ve Batı medeniyeti sınırlarını artlarında bıraktıkları anda, başkalarının evlerinde boğuşmaktan geri durmuyorlardı. Dünyanın politik Greenwich’i olduğuna inandığı için sadece saatlerin değil, mevsimlerin bile kendisine göre ayarlanmasını isteyen ve herkesten de yarattığı bu iklimlere uygun kumaşlara bürünmesini bekleyen İsrail’in durumu tabii ki farklıydı. Çünkü İsrail, simsiyah kumaşlar içinde, kendi sisinden çıkıp etrafa Davut yıldızları fırlatan, nevrotik bir çöl ninjasıydı. Son olarak da Türkiye, doğusundaki aynaya bakınca şişman olduğunu, batısındaki aynaya bakınca da kemiklerinin sayıldığını düşünen, üstüne giydiği hiçbir şeyi kendine yakıştıramayan, bulimik ve depresif bir genç kızdı.
"Çoğumuz ihtiyacımız olan bütün maddi şeylere sahibiz ve bu yüzden pazarlamacıların işi artık ekonomiyi duygularla ilişkilendirmek, şimdiye kadar ihtiyaç duymadığımız şeyleri istememizi sağlayarak daha fazlasına ihtiyacımız varmış gibi hissetmemizi sağlamak. Yılda otuz bin sterlin kazanan kendini yoksul hissediyor. Yalnızca on ülke görmüşsek, kendimizi yeteri kadar seyahat etmemiş gibi hissediyoruz. Tek bir kırışığımız olduğunda, yaşlı hissediyoruz kendimizi. Resmimiz fotoşoplanmamış ya da filtrelenmemişse çirkin hissediyoruz."
Sayfa 266 - DomingoKitabı okudu
İlişkilerinizle ilgili beklentilerinizin endişelerinizi ve korkularınızın size yaşam yaşam yolculuğunuz boyunca ne kadar zaman ve enerji kaybettirdiğini artık fark edin…
Reklam
“Aslında benim yeryüzünde sevdiğim şeyler, birkaç kilise, iki üç kitap, bir o kadar tablo ve bir de mehtapta, sizin gençliğinizin esintisiyle burnuma ulaşan, yaşlı gözlerimin artık göremediği çiçek tarhlarının kokusundan ibaret.”
Artık ölümden korkmuyorum, şimde gelse bile! Çünkü ben gücüm nispetinde yapabileceğimi yaptım. Eğer yaşarsam yapmak istediğim çok şey var. Ama yapamazsam üzüntüden de kahrolmayacağım. Çünkü başkaları bunu gerçekleştirecektir. Zira bekayı hak eden fikirlerin ölmeyeceğine inanıyorum. Ben, bu yaratılışı gözeten ilahi takdirin, sağlam fikirlerin ölümüne izin vermeyeceğine eminim.
Sayfa 93 - Beyan yayınlarıKitabı okudu
Bazen hapishane amirlerini şaşkınlığa düşüren şöyle olaylar meydana gelir: Birkaç yıl gayet uslu oturan, hatta diğerlerine örnek gösterilen, hal ve hareketleri yüzünden onbaşılığa seçilen mahpus, durup dururken şeytan dürtmüş gibi kafayı çekip ortalığı kasıp kavurur, amirlerine zehirli bir dille saygısızlık eder, belki de bir cinayet işleyiverir ya da tecavüze kalkışır. Bütün amirler şaşkınlık içindedirler tabii. Oysa tüm bunlar, ezilmiş, sindirilmiş bir insanın küçük görülmeye, şerefsizliğe karşı duyduğu nefretin dışavurumundan, acılar içindeki bir ruhun başkaldırısından başka bir şey değildir; hatta böyle bir insandan beklenebileceklerin en azıdır. Diri olarak gömülen, mezarda kendine gelince tabutun kapağını yumruklar, kurtulmaya çalışır; oysa biraz düşünebilse, bütün çabalarının boşa gideceğini kolayca anlar. Gel gelelim o durumda kimin kafası işleyebilir ki; bir çılgınlık anıdır bu. Burada bir noktaya daha dokunalım: Mahpusun benliğini korumak için gösterdiği her çaba suç sayılır; bu da ona mubah görülmüyorsa işlediği suçun ağır ya da hafif olmasının ne önemi olabilir? Eğleniyorsa, çılgıncasına eğlenir; bir kötülüğe niyetliyse, bunu çekinmeden cinayete kadar vardırır. Bir kere başladıktan sonra, artık tam anlamıyla kendini kapıp koyuvermiştir, onu tutmak imkânsızdır! En iyisi, işin bu aşamaya gelmemesini sağlamaktır. Her şeyi sakince halletmek gerekir. Ama bunu nasıl başarmalı?
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.