Alıp içinde sesler uçuşan bu akşamdan
Hafızamı bir deniz kıyısına çeken yol,
Aydınlık rüyaların peşine düşen gondol
Mavi bir denizde yüzer gibi yanan şamdan.
Tuşların üstünde karanlığın heyulası
Ve birden kalbe çırpınışlar veren hâtıra.
Çekmede beni saadet dolu dünyalara
Mine parmaklarında sedalaşan hulyası.
Sıyrılmada gözlerimden yıllarca
Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz.
Her an peşimizden koşan gölgemiz,
Özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
Uzaktadır her şey; anneler, kızlar...
Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız ölüm
Mağarada yaşayanlar;deniz ve denizde vapurun olduğunu,radyoyu.
(radyoda kutu vardır.Dünyanın bir ucunda söylerler,buradan dinlersin),
askerleri götüren treni,yine askerleri götüren otomobili,havada uçan uçağı
çift süren traktörü,apartmanı,buzdola
bunu,elektrik,baklava,tramvay.gaz
ocağı,elektrik ütüsü,çamaşır makina.
sı,atom bombası,hidrojen bombası.
ne duymuşlar ne de görmüşler.
Selime Kemalettinin tarikatında.Yılda fakir olduğu için yirmi lira verirmiş.
"𝑺𝑶𝑵 𝒀𝑨𝑵𝑮𝑰𝑵"
Benim değil o eski ateş semazenleri
Şimdi viraneleri ağlatıyor tenleri
Dalgın ırmaklarını kuruttum acıların
Rengi değişti sevda ikliminin, suların
Geçmişini arayan o divane köprüler
Akşamın kollarında yıkıldı birer birer
Yağmuru anlamayan bulutlar benim değil
Günbatımına mahkûm umutlar benim değil
Âşikâr olmuş meğer tende
"Ve yağmura yakalanmanın romantik olabilecek hiçbir tarafı yok."
Clay gülerek, "Meğer bu yalnızca filmlerde roman- tik oluyormuş," dedi ve Julia'yı baştan aşağı süzmeye başladı. Saçları dağılmış bir şekilde boynuna ve yanak- larına değiyordu. Rimeli akmaya başlamıştı ve yüzün- den yere bir damla su düştü. "Ben neye
Çömlekçiliğin icadı :
İnsanlar hayatlarında ilk kez su geçirmeyen, istenilen her biçimde kaplara sahip oldular. Yiyecekleri kaynatma, pişirme ya da buğulama gibi yeni bir olanağa kavuşunca, daha önce yararlanmaları güç olan pek çok besin kaynağından yararlanmaya başladılar: Bir ateşin üzerinde pişirildiğinde yanan ya da suyunu kaybeden yapraklı
sebzelerden; artık kolayca kabukları açılabilen kabuklu deniz hayvanlarından; şimdi artık suya yatırılarak acısı çıkartılan meşe palamutu ve atkestanesi gibi zehirli ya da acı ama besleyici yiyeceklerden yararlanıyorlardı. Kaynatılmış yumuşak yiyeceklerle küçük çocuklar beslenebilirdi, bu da çocukların daha erken sütten kesilmesine ve annelerinin daha kısa aralıklarla çocuk doğurmasına olanak veriyordu. Okuma yazması olmayan toplum- larda bilgi deposu olan, dişsiz yaşlıların beslenmesi ve daha uzun yaşaması mümkündü. Çömlekçiliğin bütün bu önemli sonuçları bir nüfus patlamasını tetikledi, Japonya'nın nüfusu birkaç binden çeyrek milyona çıktı.
Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde
büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürüsü güder, beygire
Ekinler başak vermişti. Memed sabah erkenden bir limonu, dalından koparmaya kıyamadan, dala ellerini uzatıp ovaladı, avuçlarını kokladı. Bahçeler, tepesinin üstünde asılı duran Gavur dağları, uzaktaki ekin tarlaları buğulanıyor, sabahın ışığı çökmüş dünya, karşıdaki denize doğru gittikçe aydınlanıyordu. Sırtlarına gün vurmuş, esen yelin kabarttığı
Dili çözülüyor gecelerin.
Gölgeler kaçışıyor derine.
Alıp sihrini bilmecelerin:
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Korkarak şekl'alıyor bacalar,
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Bakıyorlar günün gözlerine
HER ŞEY UZAKTADIR
Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz,
Her an peşimizden koşan gölgemiz,
Özlenen limanlar, yanan yıldızlar.
Uzaktadır her şey; anneler, kızlar...
Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız, ölüm.