Ihlara vadisinin kenarında, başı dumanlı Hasan dağının kıyısında, Aksaray’da dünyaya geldi, 1988 yılında, Güzelyurt kasabasında.
*
1924’teki mübadele sırasında bugünkü Makedonya topraklarından göçen Türkler yerleştirilmişti oralara… O nedenle sarışındır hep Güzelyurt’un insanı, tıpkı Mustafa Kemal gibi… Enes de öyleydi.
*
Kendini bildi
Karatay Diyeti’nin önerilerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Sızma zeytinyağlı her türlü sebze yemeği yenebilir. Bakla, kabak kalye, kuru ve yaş fasulye gibi...
2. Bir tabak kıymalı taze veya kuru sebze yemeği yenebilir.
3. Yemekler ile ekmek, pirinç pilavı ve makarna yenilmeyecek!
4. Yoğurt ve salatalara her türlü taze maydanoz,
Büyükannem, mevsimlerin insanoğlunun dört çağına denk geldiğini söylemişti. 19 yaşına kadar ilkbahar, 20 ile 39 yaş arası yaz, 40 ile 59 arası sonbahar, ondan sonrası kış.
Anaksimandros ve başkaldırının erdemleri
Rovelli’ye göre kesinliği kabul etmeme kabiliyeti sayesinde bilim dünyaya her defasında yeni bir gözle bakabiliyor. Başkaldırının nasıl bir erdem haline gelebileceğini ve eleştiriye açıklığın yaratıcı sonuçlarını hatırlatmasıyla bile okunmayı hak ediyor
Miletli Anaksimandros MÖ 6. yüzyılda her şeyin
Mısır hiyerogliflerini çözen Champollion’un daha 12 yaşında iken siyaset alanında düşünce yürüttüğünden söz edilir mesela.
Mozart müziğe başladığında 3 yaşındadır.
Paskal daha 12 yaşında iken Öklit geometrisinin ilk ilkelerini hiçbir kaynağa başvurmadan keşfetmiş, 25 yaşında matematiği bırakarak sadece felsefe ve teoloji ile ilgilenmeye
Şimdi, yeni bir illetle karşı karşıyayız. Elem değil, keder değil, yas değil. Avrupa bir yol kavşağında ve her yolun sonunda: Adam. Cellatları da, kurbanları da aynı mezbaha bekliyor. Avrupalı Tanrı'yı öldürdü. Topuklarından saçlarına kadar bir mütendiye (sonu gelene) mahpus. Bu kubbede hoş bir seda bırakmadan, yok olup gidecek. Cinayetleri hiçbir işe yaramadı.
Avrupalı... Hangi Avrupalı? Bugün bütün dünya Avrupalı değil mi? Aydınlarımız, Batı'nın her hastalığını ithale memur bir anonim şirket. 19. asırda ithal ettikleri hastalığın adı "buhran"dı. Kelime doğar doğmaz birbirini kovaladı buhranlar: iktisadisi, içtimaisi, fikrîsi. Şimdi de yeni bir meta sürüyorlar piyasaya: Bunalım. Cıvık, sinsi, vahim bir maraz. Kendimize pek yakıştırdığımız bu illetin kökü ne tarihimizde, ne uzviyetimizdedir.
" Ben öldukten sonra, gömmeden önce battaniyeye sararmısın oğlum" demişti bir gün babam.
"Niye baba?"
"Soğuktur şimdi oğlum, toprağın altı sonuçta. Üşürüm... Sonra, börtü böcek."
"Ne fark eder öldükten sonra," diyemedim tabi ki.
"Olur baba. Bunları düşünme Allah aşkına," dedim yavaşça.
Lakin, içimde bir battaniye haberinin sızısı kalmıştı. Babamın insanı şaşırtan bir saflıkla istediği battaniyeyi 19 Aralık 2000 günü, Bayrampaşa Cezaevinin koğuşunda günlerdir ölüme yatan genç insanlara attılar. Bakın ne anlatıyor yıllar sonra, o katliama katılan askerlerden biri:
"Koğuşta yangın çıktıktan sonra yardım isteyenlere 'sizi kurtarmak için yaş battaniyeler atıyoruz, bunlara sarılın ve kendinizi koruyun' diyerek battaniye attık. Fakat battaniyelere su değil, benzin ve tiner dökülmüştü. Battaniyeye sarılanlar daha çabuk yanıyordu.