"Milletimiz ne kadar büyük olduğunu sabır ve tahammülle göstermiştir. Aç kalır, soğuktan donar, pislik ve yoksulluk içinde yaşar; ama asla şikayet etmez, bunlara katlanmasını bilir" Bunlar, milletin sabırlı ve tahammüllü oluşundan coşkuyla söz ederek, milletin bu mecburiyetini bir din konumuna yükseltirler... Snelman bu sabır ve tahammül ibadetinden nefret ediyor ve her iki tarafa da kızıyordu. Öncelikle bütün özgürlükleri, mutlulukları ve zenginlikleri kendisi için isteyen; ama halka en büyük sefalet ve mahrumiyetlere karşı tahammül etmeyi tavsiye eden burjuvalara ve seçkinci devlete kızıyordu. Sonra da kendisine dayatılan bu mecburiyete tahammül ettiğinden dolayı halka kızıyordu.
Elisabeth ilk başta kim olduğunu ona göstermiş olsaydı onu sevebilirdi, çünkü ilk zamanlarda tutkusu hala çocuksuydu ama şu anda Margot'yla alakalı binlerce içinde, kızın adını yüreğine öyle büyük alevle kazımıştı ki, onu söndürmek imkansız artık
geçmişin belirli bir varlığı yoktur; süperpozisyon halindedir ve sadece gelecek onu buna mecbur ettiği takdirde kendini tanımlar. Ayrıca Max Brorn'un 1926'da Schrödinger Denklemi'nin göreceliliğin sonuçlarını hesab katan tam haliyle geliştirdiği metot negatif enerjinin geçmişe akışını betimleyen bir çözüm sunuyor
Ölüler pek yetenekli sayılmazlar. Su polosu oynayamaz, ayakkabılarını cilalayamaz, pazar paylarını arttıramazlar. Espri de yapamaz, dans da edemezler. Ama bir tek alanda uzmanlaşmışlardır. Acıya dayanma konusunda çok iyidirler
bir kitapta burada iyi erkeklerin, daha iyi erkekler haline getirildiğini okumuştum. Ben az önce kendimi yaratma, yolumu bulma dedim. Galiba siz buna ham taşın yontulması diyorsunuz.
(Fethi Gürcan) Savcının bir isteğiniz var mı sorusu, bir yanıt vermesi gerektiğini anımsattı: "Bir sigara..." Sigarasını içerken onlarla (infaz görevlileri) şakalaşıyordu :" var mı içinizde öbür tarafa haber yollayacak olan? Kayınvalidesine, kayınpederine mektubu olan varsa gimişken götürüvereyim" Sigarası bitince "hadi şu işi bitirelim" diyerek ayağa kalktı...İdam gömleği giydirildi, elleri bağlandı.
Benim hafızam beynimde, hücrelere depolanmış durumda. O hücreler de vücudumun bir parçası. İşte soru da burada yatıyor. Vücudum öldüğünde hafıza hücrelerime oksijen gitmediğinden onlar da ölür. Tüm hafızam, kim olduğuma dair hafızam da bu nedenle silinir. O halde ruhum nasıl olur da bu hayatı hatırlamayı başarır. Eğer ruh atomlardan oluşmuyorsa hafıza hücrelerine sahip olması da mümkün olamaz, değil mi?
Kendimizi o kadar iyi hissediyordum ki, biraz daha iyi hissedebilmek için karşı konulmaz bir istek yükseldi içimden. Mutluluğumu daha da arttırmak isteyecek kadar mutluydum.
o, duyguyu yalnızca duymazdı. Duyarlılık, biçim, renk ve parıltı olarak kendini kuşatmıştı ve düş gücü neye cesaret edebilirse o, yücelmiş ve shirli bir yolla neşelenebiliyordu
Yalnızca karanlıktan korkardık. O günlerde din tohumları ekilmemiş öbür dünya kavramı daha doğmamıştı. Yalnızca gerçek dünyayı biliyor, gerçek şeylerden kokuyorduk.
Deniz ve toprak birbirine karışmış bir rüyayı andırıyordu. Belki de o yüzden bu körfezin sakinleri, her gördüklerine değil de daha ziyade gördüklerinin altında gizli olan ruha ve kendi hayallerine inanırdı
Bana yaptığım işlerin anlam ve amaçlarını soracak olursanız inanın bilmiyorum. İçimizdeki bir güç bizi giderek büyümeye zorladığı için, giderek büyümekteyiz. Aynen toprakta filizlenen, yeşeren ve sonunda meyve veren bir tohum tanesi gibi. Aniden var oluyoruz ve aniden yok oluyoruz.
Ömer mektubun üzerine dört satırdan oluşan bir cevap çiziktirdi.
Hayyam bilgelik çadırları dokudu/Sonra dert potasında yandı kül oldu Bir pula satıldı kader çarşısında/ Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu Sonra da mektubu haberciye geri verdi. Ama mektubu okumadınız ki diye hayretler içinde bağırdı adam. "içinde ne yazdığını biliyorum"
Son sözü için hücresinde bir araya toplanmış gazeteciler ona idam cezası hakkındaki görüşünü sormuşlar. Bir gurup yaşayan insan ölmek üzere olan ve ölürken de görecekleri bir adama böyle soru sorduğunda ham yabanıllığımızın örten uygarlık maskesinden daha fazlası olduğumuzu kim söyleyebilir? Ama Jake hep eğlenirdi. "Beyler" demiş, "idam cezasının kaldırıldığını göreceğim güne dek yaşamayı umuyorum."
Sayfa 334 - T. iş Bankası Kültür yayınları,Kitabı okudu
Atatürk, Şah'a manevranın sonucunu eliyle işaret ederken, bir koyunun temele yatırılıp boğazının kesilmek üzere olduğunu görünce « durunuz o diye bağırmış. Sözlerini bitirdikten sonra da başını öbür tarafa çevirerek, “Şimdi kurbanı kesin” demiş. Şah bundan duyduğu hayreti açığa vurunca Atatürk:
- Evet, ben kana bakamam. Bir tavuğun boğazlanmasına bile tahammül edemem.
Şah dayanamamış , " Fakat bu kadar bulunduğunuz savaş meydanları…?” diyecek olmuş.
- .. Ha o başka mesele. Savaş meydanlarında cesetlerin üzerinden atlayarak giderim. O bambaşka bir iştir, demiş.