Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Orçun Serhat Güngör

Orçun Serhat Güngör
@Notr_adamin_kamburu
Kendi çapında koleksiyoner, sosyal antropolog, kitapçı...
İster politik, ister eğitici, isterse kültürel içerikli olsun, haberlerin niyeti “anlamlar” ileterek kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktır. Bir başka deyişle , kendini haberin sürekli olarak ahlaksallaştırılması zorunluluğu biçiminde dışa vuran “anlam üretimi” zorunluluğu. Daha iyi haber verebilmek için, daha iyi toplumsallaştırmak için, kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmeye çalışmak için vb vb… Hepsi palavra. Çünkü kitleler bu akılcı iletişim zorlamasına, insanı aptallaştıracak bir biçimde karşı koymaktadırlar. Onlar anlam yerine gösteri istemektedirler. Gösterge isteyen insanlara mesaj verilmeye çalışılmaktadır. Oysa onlar içinde bir gösteri olması koşuluyla tüm içeriklere tapmaktadırlar. (…) Burada söz konusu edilen şeyin bir yutturmaca olmadığını bir kez daha belirtelim. Çünkü söz konusu olan şey, kitlelerin istekleridir. Anında ve olumlu bir şekilde oluşturdukları stratejidir —yani kültürün, bilginin, gücün, toplumsalın emilip yok edilmesi. (…) Klaus Croissant adlı avukatın Fransa’dan sınır dışı edildiği gece; Fransa’nın Dünya Kupası’na katılmak için oynadığı eleme maçını naklen yayımlayan televizyon örneğini alabiliriz. “Santé” Hapishanesi’nin önünde gösteri yapan birkaç yüz kişi, Gece yarısı koşuşan bir avukat ve geceyi ekran başında geçiren yirmi milyon insan. Fransa kazandığında atılan sevinç çığlıkları. Aydın beyinlerin bu aptallaştırıcı vurdumduymazlık karşısında duydukları utanç ve şaşkınlık…
Reklam
ÇAMURLU YOL Günlerden bir gün sağanak yağmur devam ederken Tanzan'la Ekido çamurlu bir yolda gidiyormuş. Tam dönemecin birine yaklaşıyorlarmış ki, üstünde ipek kimonosu, elinde ipek çantasıyla karşıdan karşıya geçmeye çalışan güzel bir kıza rastlamışlar. Tanzan hemen ''Gel bakalım,'' diye atılarak kızı kollarından tutup kaldırmış ve çamurun üstünden karşıya taşımış. Ekido gece olup da kalacakları manastıra gelene dek bir daha hiç konuşmamış. Sonunda kendini daha fazla tutamayarak Tanzan'a şöyle demiş: ''Keşişler kızlardan uzar durur, özellikle de genç, güzel olanlardan. Tehlikelidir onlar. Neden öyle bir şey yaptın ki?'' ''Kızı orada bıraktım,'' diye yanıtlamış Tanzan. ''Sense onu hala sırtında taşıyorsun.''
Hayal kurmaya övgü
Bu olay, Cuzco dolaylarındaki Ollantaytambo kasabasının girişinde geçti. Birlikte olduğum turist topluluğundan biraz ötede tek başına durmuş, uzaktaki taş kalıntılara baktığım sırada, o yörenin çocuklarından biri, sıska ve partal bir şey, yanıma gelip benden bir kalem istedi. Kalemimi ona veremezdim, çünkü bir yığın can sıkıcı not almaktaydım, ama onun avucuna küçük bir domuz resmi çizmeyi önerdim. Haber hemen yayıldı. Çevremi birden bir çocuk yumağı sardı; avazları çıktığı kadar bağırarak, o kirden çatlamış, meşinleşmiş yanık tenli avuçlarına hayvan resmi çizmemi istiyorlardı. Biri atmaca, öbürü yılan istiyor, başkaları da papağan ve baykuşları seçiyordu. Hayalet ve ejderha resmi isteyenler bile çıktı. Derken, bu curcunanın orta yerinde, alçacık boylu, boynu bükük bir yavru, bileğine siyah mürekkeple çizilmiş olan saati gösterdi. "Lima'da oturan amcam yolladı bunu bana," dedi. "İyi işliyor mu bari?" diye sordum. "Biraz geri kalıyor," diye itirafta bulundu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Varsın boyun olmasın söğüt kadar, Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar? Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!
Sayfa 117Kitabı okudu
Kutup bölgesine yaz geldiğinde buzul sanki pişmanlık duyuyormuş gibi yarılarak, Bering Denizi'nin karanlık ve dondurucu sularına açılır. O sırada aklım da öyleydi.
Reklam
Fiziksel hastalığı olan aspirin ya da tylenol alır, ruhu ağrıyansa karar alır, öyle yaptım!
Bence yaşamlarımızı biz kendimiz yaratıyoruz, en azından ben kendi yaşamımı yarattım, ne kadar değerli bir yaşamdır bilemem, bütün sorumluluğu da yalnızca kendi üzerime alıyorum.
"Evimde üç sandalyem var, birincisi yalnızlık için, ikincisi dostluk için, üçüncüsü toplum için."
İki yüzyıllık kolonileşmeden sonra Mars'taki hava mücadelesi o kadar kritikti ki, B-L, Bitkisel Linç Yasası hâlâ yürürlükteydi. Mars'ın karbondioksit atmosferinin oksijen atmosferine dönüşmesinde önemli rol oynayan bir bitkiyi tehlikeye atmak ya da yok etmek ölümle cezalandırılan bir suçtu. Çim yaprakları bile kutsaldı. ÇİMENLERE BASMAYIN uyarılarının asılmasına hiç gerek yoktu. Bir patikadan ayrılıp çimenlerin arasına dalan biri hemen vurulurdu. Bir çiçek koparan bir kadın acımasızca öldürülürdü. İki yüzyıldır süregelen ani ölümler büyüyen yeşil bitkilere karşı neredeyse din düzeyine varan bir saygı duyulmasına yol açmıştı.
Sayfa 224Kitabı okudu
Reklam
''Bu ülkenin tıkır tıkır işleyen bir düzenek olmadığı açık ama bir saatin içinde yaşamayı kim ister ki? Yurdun büsbütün kağşadığı da belli; çökmeye yüz tutmuş bir evde yaşamayı kim ister ki? lkide bir 'onarım' uğruna oraya buraya birkaç çivi çakmak işe yaramıyor; bitmiş bir sevdayı ne onarabilir ki? Üstelik düpedüz düzenin çarmıhına
"Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla, başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez."
Bir ağaç bin damardır, damarlarının dokuz yüz doksan dokuzu yer altında, ancak bir tanesi dışardadır. İnsanoğlu da böyledir.
"boşluğa övgü" bir tekerlek yapmak için otuz çubuk alırız: ama arabanın dayanağı ortadaki boşluktadır. bir çamur topağından çanak yaparız: ama çanağa iş gördüren ortasındaki boşluktur. oda için kapılar, pencereler yaparız: ama odayı yaşanır yapan boş yerlerdir. böylece varoluş işe yarıyorsa, onu işe yaratan boş oluşudur.
Santrizm
İlk düşünen ben değildim herhalde, ancak insanın özsaygı tarihine, düzeyi kademe kademe düşürülerek yok olmaya başlamış bir şey olarak bakabilirdik. Bir zamanlar evrenin merkezinde tahtta oturuyorduk, güneş ve gezegenler, görebildiğimiz kadarıyla bütün dünya çevremizde bize tapınarak dönüp duruyordu. Sonra, vicdansız gökbilimi rahiplere meydan okuyarak, bizi güneşin çevresinde dönen bir gezegene çevirdi, öteki kayalıklardan biri olduk. Ancak yine de farklıydık. göz alıcıydık, Yaradan bizi bütün canlıların efendisi olarak atamıştı. Sonra biyoloji bizim ötekilerle aynı olduğumuzu, bakterilerle, hercaimenekşelerle, alabalık ve koyunlarla aynı soydan geldiğimizi doğruladı. Yirminci yüzyılın başlarında, evrenin ne kadar muazzam olduğu ortaya çıkarılıp güneşin bile galaksimizdeki milyarlarca gök cisminden biri olduğu anlaşılınca -ki galaksimiz de milyonlarca galaksiden biriydi- karanlığın içinde daha da derine sürgün edildik. Nihayet, son mevzimiz olan bilince, dünyadaki bütün yaratıklardan daha fazla sahip olduğumuza inanmakta herhalde haklıydık. Ancak bir zamanlar tanrılara başkaldıran akıl, kendi olağanüstü etki alanı yoluyla kendi kendini tahttan indirmek üzereydi. Sıkıştırılmış sürümünde, kendimizden biraz daha zeki bir makine tasarlayacak, sonra da o makineye bizim havsalamızın almayacağı bir başka makine icat ettirecektik. O zaman bize ne gerek olacaktı?
"Milliyetçilik, milli karakterin üstünlüğünü pekiştirirken, halkın en yüzeysel düzeyde paylaştıklarını kabul eder, daha derin düzeyde paylaştıklarını ise yok etmek ister."
Reklam
"Su gibi dökülüyorum,  Bütün kemiklerim oynaklarından çıkıyor;  Yüreğim balmumu gibi içimde eriyor.  Gücüm çömlek parçası gibi kurudu,  Dilim damağıma yapışıyor;  Beni ölüm toprağına yatırdın." Mezmurlar 22: 14-15.
"Efsaneye göre insan, bir milyon yıl önce mağaralardan çıkmıştı. Buna rağmen, öldürmeyi yaşam tarzının temel öğeleri arasından çıkarmayı, ancak bu öykünün geçtiği tarihin yüz yıl öncesinde başarabilmişti. Öyleyse, vahşetinin gerçek ölçüsü şöyledir: Öldürmeyi bir milyon yıl sonra bırakabilmiş ve bunu da büyük bir başarı olarak görmüştü."
Donna J. Harraway "Bağışıklık sistemi, yabancı olan birşeye tepki verebilmek için bir biçimde benliği tanımak zorundadır." demiş. Bu herşeye uyarlanabiliyor. Olan toplumsal olaylar, kişisel mutsuzluklar, yalnızlıklar, salgın hastalıklar vb.
"İnsanlar bir zamanlar düşünme işini makinelere devretmiş, böylece özgürleşebileceklerini umut etmişlerdi; ama bu yalnızca makinelere sahip başka insanların onları köleleştirmesine yol açtı."
Sayfa 21 - KabalcıKitabı okuyor