Victor Hugo, tarihte ölüm cezasına karşı olan nice aydınlardan biridir. Bu cezanın yanlışlığını ve kaldırılması gerektiğini halka ve diğer yetkili kişilere
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü isimli eserinde anlatmaya çalışmıştır.
İdam cezasının acımasızlığına odaklanarak, insanların başkalarına ne kadar acımasız davrandıklarını ve hayatın ne kadar değerli olduğunu vurgulamaya ne kadar çok çalışmış olduğu ortada duran bir gerçek.
Bunun yanı sıra eserde, dönemin adalet sistemi eleştirilerek mahkûmların hayatının yalnızca hâkimin birkaç sözüne bağlı olması vurgulanmaktadır.
Benim en çok etkilendiğim kısım hiç şüphesiz romanın sonuydu. Halkın idam cezasını heyecanla, korkunç bir zevk ve iştahla izlemesi çok acı.
Victor Hugo, muhtemelen böyle bir ana şahit olmuş. Eserini başarılı bir şekilde kurgulamış fakat bu yazılanların yalnızca kurgudan ibaret olduğunu söylemek doğru olmaz. Yazarın öfkesini, acıma duygusunu, ruh hâlini her satırında hissetmek mümkün.
“İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar.”
Anlatılanlar genele bakıldığında realist gibi görünse de başkarakter olan idam mahkûmunun romantik bir kişiliğe yakın olduğunu açıkça görebiliyoruz. Mahkûm, kaçınılmaz sonunu beklerken beş hafta boyunca çoğunlukla karamsar, yer yer umutlu bir ruh hâline bürünüyor.
Victor Hugo o kadar başarılı ki okurken kendini bu karakterin yerine koymayan var mıdır merak ediyorum.
Okumayı bitirdiğimde, kendimi giyotin masasında o mahkûmla beraber infaz edilmiş gibi hissediyordum. Oldukça derin izler ve düşünceler içinde bırakan
Bir Hayalin Ardında kitabının yorumu ile geldim
𓍯128 sayfalık kısa ama derin bir iz bırakan bir kitap ile şubat okumalarına devam. Konusu aşk ama sonu hüzünlü bir aşk hikayesi. Uzun zamandır bu türü okumamıştım. Şubat ayına yakışır özel bir okuma oldu. Hayatın gereği hüzün ve acıdan nasibini almış bir
Kadın yemeği yaktı, DAYAK
Kadın çalışmak istedi, DAYAK
Kadın mantara et koydu, DAYAK
Kadın yemeği tuzlu yaptı, DAYAK
Yetmez. ŞİDDET devam etmeli.
Şişko de İSİM TAK
Beceriksiz de AŞAĞILA
‘Hiçbir şey’ ile ‘Her şey’ arasında dolanan
Kinyas ve Kayra’nın hikâyesi..
Adını çokça duyduğum ve okumak için beklettiğim bir kitaptı.
Mikail Balcı bey’in okuma grubuyla okudum. Bana eşlik ettiğiniz için size ve gruptaki arkadaşlara teşekkür ederim, güzel bir deneyimdi benim için.
Benim gibi daha önce yeraltı edebiyatı okumadıysanız eğer,
Dostoyevski'nin ilk kitabı olan İnsancıklar, Rus Edebiyatının ilk toplumsal romanı olarak kabul edilir. Bu eser acıklı bir mektuplaşma içeriğine sahiptir. Dostoyevski'nin diğer romanlarında olduğu gibi bu romanda da acıma duygusu bir hayli hissettirilmiştir.
İlk eser olmanın verdiği acemilikten oldukça uzak, akıcı ve etkileyici bir dile sahiptir.
Romanda yaşlı memur Makar Devuskin'in o romantik, sevgi dolu seslenişleri kitabı duygusal bir hale getirmiştir. Okurken dikkatimi en çok çeken ise "güvercinim" olmuştur. Yoksulluk teması tüm romana hakimdir.
Varvara ve Makar arasında geçen konuşmalarda yoksulluğun yaşamda ne gibi sorunları da beraberinde getirdiğini anlatmaktadır.
Dostoyevski burada aşkın en saf biçimini kağıda dökmüştür. Ama yaşamın getirdiği dış etkenler de sorun oluşturmuştur. İlk örneği Makar'ın yaşlı, Varvara'nın ise genç olmasıdır. Bir diğeri ise evlerinin yakın olduğu halde çok az görüşmeleri ve bunun sebebi insanların dedikoduları olmasıdır.
Yoksulluk ve dedikoduyla mücadele eden bu iki insan her ne kadar onlar karşısında kazanmaya gayret etselerde, hayat şartları onları kaybetmeye itiyordu...
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 202361,8bin okunma
Acımak... Bazılarında ne kadar eksik olan bir duygu. İnsan hiç acıma duygusunu kaybeder mi ? Yaşanılanlar bazı duyguların bizden ayrılışına neden olabilmekte.
Reşat Nuri Güntekin tarafından kaleme alınan Acımak romanında Zehra öğretmen ile ailesi için türlü türlü fedakarlıklar içerisinde bulunan Mürşit'in bakış açısından çektikleri dram