- " (...) Tabiat unsurları için de söylendiği için, bununla karıştırılmamak üzere, yerinde müphem, yerinde ise asıl, hangisi ruhunuza değiyorsa o, şu husus: "Şekil kendisinden yapılan, ama kendisi o şekil olmayan madde"... Madde deyince, fikir de madde; hani kanun maddesi diyoruz ya... Zât sırrı meçhûl Allah'a, Zâtî yakınlık içinde, ebediyen yeni yaşamak; eksilmez, bitmez, tükenmez MUTLAK VARLIK'ın azameti, ruhî idrak hep kul, O hep ötede olan bilinecek... Kul hep kul kalacak, O hep Allah... Allah'ın zâtını düşünmek, küfre götürür; tıpkı kader sırrı üzerine düşünmek gibi... Sözün muradı, düşünebiliyorsun da düşünme değil; sen hep kendi nefsine bak, bildikçe bilinecek olan orada... KONUŞ? Kendi nefsimden biliyorum ki, kendimde bu tükenmez... İNSAN tükenmez... Ben sevgisinin kaynağının O olduğunu gören İNSAN. Bunu idrak etmek, -haşa!- Allah'a karşı kula benzer yakıştırmalardan, sanki bizim NEFS HASTALIĞI - HASTA NEFS zaaflarımız gibi O'na karşı "itiraf etmese" de var hislerden kaçınır. "Büyükleniyormuş gibi, keyfine göre davranıyormuş gibi, hatta can sıkıntısından bizi yaratmış" gibi... Bunlar, mevzu Allah olmasa da, kâinatı var eden sebebler etrafında düşünülse bile, sebeblerden mecaza bir yolda dahi adi mizah seviyesini aşamaz şeylerdir.
Nefsin kendini bilme sürecinde bulunanlar, Allah'ın isim ve sıfatlarının bizi biz yapan-var kılan akis ve gölgeleri, "tekâmülümüz için" yönüyle görünür..."