Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

hakan

rock yildizligi insana o kadar cok sey sunar ki, artik gundelik hayatta kucuk seylerden zevk almaz hale gelirsiniz (burasi bir röportajdan) cinselligi baska dertlerinin panzehiri gibi kullaninca, manali iliskilerden mahrum oluyorsun.
Reklam
ulus yorgun ve yoksul bir durumda. ulusu ve yurdu genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek yurttan kaçmışlar. padişah ve halife olan vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. damat ferit paşa’nın başkanlığındaki hükûmet güçsüz, onursuz,
Bu kiz benim olsa ona cok iyi bakardim. Televizyonunu, turkce popunu eksik etmezdim.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Suat dedim, oğlum bir film izledim ki sorma gitsin. Bir tane fbi ajanı var, eski karısının kardeşiyle yani eski kayınbiraderiyle aynı anda yıllık izne çıkıyorlar. "Eee" dedi. İşte beraber tatil yapacaklar, biraz kafa dağıtmış oluruz falan diyorlar. Oğlum anlatmayayim kesin izle sen bu filmi soluk kesici.
tatilde deniz kıyısında otururken, denize bakarak “şimdi üniversite sınavına girsem on beş net bile yapamam, sistem çok değişti." diye düşünürken arkamdan bir yerlerden fata fata diye bir ses geldi. döndüm baktım helikopter geliyor, ama ne kadar güzel bir helikopter, beyaz üzerine kırmızı sarı çizgileri var. bir dönemin alman milli takımı gibi geliyor helikopter. altından da bohça gibi bir şey sarkıyor. çocukken bunun oyuncağını görsem serinkanlılığımı yitirip “anne bu, anne bunu!” diye bağırmaya başlardım. paramız yok gibi bir mazeret duysaydım, “daha dün kendine halı aldın, neden?” derdim. çocuk ne kadar pis, çocuğu dövmemek için ne kadar çok şeyi içlerine atıyor kadınlarımız. tüm o içine attığı öfke acılaşıyor zamanla, çıkacak yer bulamıyor, teselliyi geyikli çömlekli desen desen halılarda arıyorlar. kendini yaralamasın diye plastik çatal bıçak bile emanet edemediğin çocuğun kafasının içi excel dosyası gibi, yediğinin içtiğinin hesabını yapıyor, lokmanı sayıyor. öyle çocuğun üstüne “günde üç kere yemek yedir, oyuncak isterse alma. dikkat: kendi kakasını yapamıyor,” diye not yapıştır, babasına bırak, arkana bakmadan ilk uçakla ispanya'ya kaç, okyanusun kıyısında miguel’lerin fernando’ların hazırladığı içkini yudumlarken kendi kendine tekrar et: “sana ne lan benim halımdan? sana ne?” bazı sinir var, kolay geçmiyor.
Reklam
Ancak o gün Eczacıbaşı, Fenerbahçe'yi 80 sayının altında tuttu ve maçı 85-79 kazandı. Raporda yazdiklarim bir bir gerçekleşmişti. Maç sonunda Aydan Abi'den kocaman bir aferin bekliyordum. Duyacağım cümle ise, beklentilerimi tam olarak karşılamayacaktı: "Ne o at y.rağı şampiyon mu olduk?"
On beşinci yaş günümde anneme kanser teşhisi kondu, doktorlar rahminin alınması gerektiğini söylediler. Kederli bir gündü. Hepimiz babamın Subaru’suna binip hastaneye gittik ve doktor gözlerinde yaşlarla ameliyathaneden çıkıncaya kadar bekledik. “Ömrümde bu denli harikulade bir rahim görmedim,” dedi ameliyat maskesini çıkarırken. “Katil gibi hissediyorum kendimi.” Gerçekten de harikuladeydi annemin rahmi. O kadar güzeldi ki hastane onu müzeye bağışladı. Cumartesi günü sırf bu yüzden müzeyi ziyaret ettik, dayım rahmin yanında fotoğrafımızı çekti. Babam ülkede değildi artık. Ameliyatın ertesi günü annemi boşadı... ...“Siz buradan çıktınız,” dedi dayım işaret ederek. “Prensler gibi yaşıyordunuz burada, inanın bana. Ne anneniz varmış ama, ne anne.”
"bizim küçük anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. en kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler. tabii bu evlenmede herhangi bir müşterek hayattan ziyade erkek için evde bir kadın bulunması; kız için de "münasipçe bir kısmet" varken kaçırılmaması düşünülmüştür. bu izdivaç mikrobu evlendikten sonra faaliyetine başlar: evvelce birtakım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser vermek isteyen insamlara bir kalenderlik, bir lakaytlık gelir. evde meram anlatmaya asla imkân olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daima bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür. evlendikten sonra bir insanın bütün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunamayan meziyetler ve saadetler araştırmaktır."
insan aşkla ilgili görüşlerini kendisiyle paylaşamiyorsa elden ne gelir?
"bir adam bir nehrin öteki tarafında yaşıyor ve onun lideri, benim liderimle kavga etti diye, biz aramızda kavga etmediğimiz halde, kalkıp birbirimizi öldürmeye kalkışmamızdan daha aptalca bir şey olabilir mi?"
Reklam
bir köşesinde meleklerin olduğuna inanmadan da, bir bahçenin güzel olduğunu görmek yeterli değil midir? douglas adams
buruşuk külotlar giyiyor oluşum, seninle evleneceğim anlamına gelmez
''albert kropp: 'insan düşününce tuhafına gidiyor, biz ana yurdumuzu korumak için geldik buraya. fransızlar da ana-yurtlarını korumak için geldiler. peki, haklı olan kim?'' ''artık birbirimizi bile tanımaz olduk. aslında hissiz, duygusuz ölüleriz biz. ..... ''vahşi bir hayvan olup çıktık. dövüşmek değil, yaptığımız. yok olmamak için kendi kendimizi savunuyoruz. el bombalarımızı insanlara fırlatmakta olduğumuz aklımıza gelmiyor." ... ''kat cepheyi boydan boya dolaşmış olan bir fıkra anlatıyor. bir doktor varmış. yoklama yapıyormuş. ön önüne geçenlere başın kaldırmadan: -'sağlam' dermiş. 'bize cephede adam lazım gerek' tahta bacaklı bir adam gelmiş. doktor gene başını kaldırmadan: -'sağlam' demiş. bunun üzerine aksak-bacak, ''efendim, benim şimdi bir tek tahta bacağım var' demiş. 'ama cepheye dönünce inşallah kafamdan vururlar da o zaman tahta bir kafa taktırır, doktor olurum'. '' "annem soru sormuyor. babam ise tam tersi. ille hep cepheden söz etmemi istiyor. gösterdiği merakı çok aptalca buluyorum. beni sıkıuor ve üzüyor. aramızda gerçek hiçbir anlaşma kalmadı. babam cephe hakkinda sorular sormaya bir turlu doyamiyor. dusunemiyor ki insan oyle seyleri pek konusamiyor, cepheyi anlatmayi ben de isterdim, ama bildiklerimi söz haline koymaya cesaretim yok. bu sozlerin buyuyup devleseceginden, onlari idare edemeyecegimden korkuyorum."
Çiftliğe yeniden alışmam bu kez kolay olmamıştı. Uzun süre Selma'nın bakışlarıyla uyandım sabahları. Düşlerimde onun boynunu öptüm, onun göğsüne yaslandım. Sonra yıllar geçti. Selma'nın yüzü yavaş yavaş belirsizleşti. Giderek anlamını yitirdi ve yalnızca akşam saatlerinde, ufka baktığımda anımsadığım, geçmişte kalan, içi boş ama acı veren bir görüntüye dönüştü.
Hikâye şu: Abhaz ailenin iyi ürün veren elma ağaçları ve yığınla borçları varmış. Aile bireyleri bir gün bahçenin ortasında, borçlarına rağmen eksiksiz donatılmış sofrada oturmuş yemek yerlerken, ağaçlara bakmışlar ve “Elmalar çiçeklendi, iyi ürün verecek. Bu sene ihmal etmeyelim de toplayıp satalım,” demişler. Çiçekler meyveye durmuş. “Elma çok olacak, bu sene ihmal etmeyelim de toplayıp satalım,” demişler. Elmalar dallarda olgunlaşmış. Aile bu kez “Şu elmaların güzelliğine bak, bari bu sene ihmal etmeyelim, yarın toplamaya başlayalım da satalım,” demişler. Elmalar dallardan düşmüş, düştükleri yerde çürümeye başlamış. Yine aynı masada oturup, yine borçlarına rağmen yiyip içerken ailenin babası ağaçlara bakmış. “Bu sene de ihmal ettik,” demiş, “ama seneye etmeyelim, toplayıp satalım.”
Reklam
Bu yeşil, sarı, lacivert bayrak sizin bayrağınız. Komşu kabilenin de bayrağı aynı renkte, aynı şekilde ama üzerinde dokuz yıldız var. Onun için mi boğazlaşıyorsunuz? Kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başı sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğu bu dokuz yıldız için mi öldüreceksin? Anlaşıldı ben bayrakları değil, insanları seviyorum. Öyle ise yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakan vapurda ömrüm geçecek.
dun gece ruyamin onunde sakalli nur yuzlu bir ihtiyar oturdu hicbir sey secemedim