Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesaretim.
“Öldür beni yoksa ben seni öldürürüm. Öldür beni! Yap şunu!”
“Newt...”
“Ben onlardan biri olmadan önce yap!”
“Ben…”
“ÖLDÜR BENİ!” Ve sonra Newt’in bakışları, sanki son kez akıl sağlığını kazanmışçasına berraklaştı, sesi yumuşadı. “Lütfen, Tommy. Lütfen.”
Kalbi kapkaranlık bir cehenneme düşen Thomas tetiği çekti.
Yeniden başlayabilmek icin cesaretten cok alcakliga gereksinim duyarsiniz diyor, Celine. Yeterince alçak hissediyordum. Bu kitabı 2. okuyuşum, bu dili anlayabilecek zulme uzaktan da olsa şahit oldum, gundem hepimizi aşagı cekti. 2 yılda çok şey değişti. Yine son sözden giriş yapacagim ama. yiğit bener in son sözü ağır, yağlı bir yemeğin üzerine içilen soda gibi. Kitap da ağır yemeklere benziyor zaten sindiremiyorsun altini cizerken kalemin ucu kayiyor ya da ellerin titriyor belki. Rahatsizlik veriyor. Hazımsızlık. Celine'i ben zaten hazmedemiyordum. hakan günday "senin için ölür ve öldürürüm" demişti. Kim bu herif dedim kim, ne yazmış olabilir. Gecenin sonuna yolculukmuş. Meh. Esasında gecenin içine alıyor. Bi sarkida "kötü adamlar geceyi bıçaklar" diyordu. Bardamu elinde bıçakla geziyor gibi gözümde canlanıyor. Zaten korkutmak istiyordu. Cesur ol diyordu kendine, gecenin sonuna ulasacakti.
Velhasıl burada güzellik yok, bu sayfalarda da o donemde de bu donemde de. İnsanlar ellerinde bicakla geziyor gibiler hem Bardö gibi geceleri degil, gündüzleri de. Alenen can yakılıyor. Birisi kitapta şöyle diyordu Bardamüye:
"Dünya çoktan ölmüs! Bizler yalnızca onun üzerindeki kurtçuklarız, o boktan koca cesedinin üzerindeki kurtlar, ha bire onun bagirsaklarini kemirip duruyoruz, hem de yalnızca zehirli yerlerini... Biz bir boka yaramayiz. Doğuştan çürümüşüz biz... İşte o kadar !" Bardö de bir yerde dünyanın bizle tasak geçmek için var olduğunu söylüyor ama hayir biz kendimizle ve dünyayla tasak geçmeye calisan kurtcuklariz. Şu kadarcık, diye yazmıştım son okuyuşumda.
Sophie sen benim buz tutan ruhumun ateşisin. Yanımda değilken hissettiğim boşluk, seni tanımadan önceki hayatımın özeti. Bu beni kızdırıyor, zayıf hissettiriyor, fakat aynı zamanda yaşadığımı hatırlatıyor. Yaşamayı seviyorum Sophie... Ben öyle bencil bir adamım ki her ne sebeple olursa olsun beni bırakmaya kalkarsan umursamam, o sebepleri ellerimle yok eder ve gerekirse seni kulelerden birine hapsedip yaşamaya devam ederim. Ama hepsinden önemlisi, biri sana dokunmaya kalkar ya da seni incitirse onu elerimle öldürürüm.
Genelev Çiçekçisi
Selim'in cesedi iki gecedir çiçeklerin arasında yatıyordu.
Sırtüstü düşmüştü, çiçeklerin saplarını kesmek için kullandığı bıçak,
kalbine saplanmıştı. Cumartesi gecesi öldürüldüğünü düşünüyorduk.
Katil onu öldürdükten sonra kapıyı
çekip çıkmış olmalıydı.
Araya tatil girince çiçekçi bir gün kapalı kalmış, cesedi bu
Eşikte durup Avrupa'ya hareket eden bir transatlantiğin güvertesinde veda ediyor gibi elini kaldırdı:
-"Şunu unutma sevgilim," dedi. "Antonyo'yu öldürürsen ben de seni öldürürüm. Zerre kadar tereddüt etmem."
Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekân ve zamandan kopalı
yıllar oluyor. Bir kıza âşık olmuştum. Onu görmek için altı saat
yol almam gerekiyordu. Bir sabah, treni kaçırdım. Âşık olmaktan
vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim.
Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten
vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti.
Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz...Platon'un Mağara İstiaresi'ne karşılık, ben de Kuyu İstiaresi'ni yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından
hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını
ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek
için yaptıklarını anlattım.
aten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım bir tek şey: o da sizi sevdiğim. bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? kainatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi? bu öyle bir kelime ki,
Bigün Hazret-i İsa ile bir estetik cerrahi operatörü,
bir de otomobil tamircisi, bir gazinoda oturuyorlardı.
Hazret-i İsa, onlara din telkinlerinde bulunuyordu.
Konuşma sırasında otomobil tamircisi, Hazret-i İsa'ya,
- Ey büyük öğretmen! İnsanlara iyilik etmek için içimde bir ateşli istek var.
Ne yolda iyilik edebilirim?.. diye sordu.
"Mustafa oğlu Veliyi vurduğun iddia ediliyor, doğru mu?"
Hatçe, saf saf:
"Veliyi ben öldürmedim vallaha," dedi. "Ben neyle adam öldürürüm? Ben, elime tabanca almaktan korkarım."