Walt Whitman, savaş esnasında gönüllü olarak çalıştığı hastahanelerde bir gerçekle karşılaştı.Nöroloji kitaplarında da yer verilen bu olguyu, Whitman "Duyumsal hayaletler" diye adlandırdı. Şöyle ki hastaların kesilen bir uzvunu, eskisi gibi hissedebildiği, orada varmış gibi, kesin, canlı bir biçimde duyumsadıklarını farketti...
Bu gizemli bilgi, derin bir felsefi yolculuk gerektiriyor şüphesiz fakat psikiyatri uzmanlarının da teyit ettiği bir hakikat var ki; beden de bir eksiklik söz konusu olduğunda, zihin bu eksikliği başka bir duyunun baskın rol oynaması, hatta mucizevi bir işlev göstererek bu kusurun önüne geçmesi şeklinde telafi edebiliyor.
Örneğin gözleri görmeyen insanların diğer duyularının ve sezgilerinin çok hassas ve güçlü olması, kulakları duymayan insanların dudak hareketlerine olağanüstü bir duyma gücü yükleyebilmesi gibi...
Bütün uzuvları sağlıklı olan insanlar ise bu duyusal yükselişten yoksundur. Hatta yanından geçip giden muazzam eserlerin içeriğini bir kokteyl lezzetiyle yudumlamaktan haz almaktadır.
Hep düşünürüm, şimdiye dek okuduğumuz üç beş kitapla birlikte bizi ıssız bir ormanda, bir kulubede bıraksalar, o eserleri nasıl okuruz diye :))
Belki de bir bilgelik nüksedebilir, tekrar edilen cümlelerin, bizde olanı yüreklendirdiği o uzun günlerin sonunda...
Bazı cümlelerin altını çiziyoruz ya hep, bu iletinin altı çizili cümlesi şu ;
Derin dediğimiz sular, belki de bizim nefesimizi tutmamızdan ibarettir...