Oğuz Atay'a AİT DEĞİLDİR...
#Biliyor musun Olric
Neyi efendimiz?
Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı.
Neden efendimiz?
Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim?
Belli bir grup var. Akışı batırıyor. Aşırı boş beleş iletiler paylaşıyor. Yok efendim en sevdiğiniz kalem, en fiyakalı pijamanız, babanız olsa ismini ne koyardınız bilmem ne bilmem ne. Tamam, kimseye lafım yok; duvarında isteyen istediğini paylaşsın beni ne ilgilendirir ki? Rahatsız oluyorsam engellerim veya sessize alırım olur biter; ancak bu arkadaşlar mevcut durumun sorumlusu kendileri değilmiş gibi bir de "Ya uygulama çorbaya döndü" "Akış rezalet gönderilerle dolu" gibi iletiler paylaşıyor. Bir arkadaş bu durumun düzeltilmesi için ileti atıyor ve ardından destek amaçlı etiket yapıyor; etiketler tamamen bu durumun sorumlusu. Biraz öz eleştiri arkadaşlar rica ediyorum. Milletin en sevdiği şampuanı merak edip, yatmadan önce dişlerini kaç kez fırçaladığını sorup da uygulamanın kirlendiğinden yakınmanın bir mantığı yok.
Arkadaşlar selam.
Uzun bir süre oldu, sanırım 1.5 yıldır inceleme yapmıyorum. Bunun sebebi zorlu bir dönemden geçtim, kafa olarak iyi değildim; yeni yeni toparlanabildim.
Aklımdan inceleme fikri geçmiyordu, ancak son zamanlarda yazdığım bazı incelemelerden çok güzel dönütler aldım, kenarda köşede yazdığım bazı lakırtıların okurlar tarafından
Bir kitap düşünün...
Henüz okumadığınız,
Kapağını dahi açmadığınız bir kitap...
Ne kadar yabancı geldi değil mi?
Şimdi bu kitabı okumadığınızı düşünün.
Belki de gerçekten okumadınız.
Kapağını dahi açmadınız.
Kimse giremez yazıp astım kalbimin kapısına.O gül yüzlü oturdu başköşeye.Güldü; ben okuma bilmem dedi.Bilenlerin geri döndüğü nice kapılar vardır ki bilmeyenlerin önünde açılır ardına kadar.
Siz hiç çocukken, sırf hayatta kalabilmek umuduyla nefesinizi tutma çalışması yaptınız mı? "Babam beni gömüp gittikten sonra üstümdeki toprakları atarak dışarı çıkabilirim belki," diyerek...
Böyle bir umuda tuttundunuz mu?
Her zaman derim, "zordur her dönemde kadın olmak," diye. Eseri okuduktan sonra anladım ki en çok o
Yazdıklarımı okuduktan sonra beni takip etmeyi bırakacak, tedavi olmamı önerecek ve engelleyecek okurlar olacaktır mümkün müdür? Evet hem de çok mümkün :)
Deliliğin aşamaları, rütbeleri dönem dönem değişen ünvanları vardır. İnanmıyor musunuz? Benim yaşadığım yıllarda karşılaştığım olaylara verdiğim tepkileri anlattığım zaman farklı yıllarda
"Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben."
Kitabı eline alır, incelersin. Sayfaları şöyle bir açar koklar, kitabın kokusunu içine çekersin. Ben çok severim mesela kitap kokusunu. Yeni basılmış ya da sararmış bir kitapsa muhteşem bir kokusu olur. Açar bir göz atarsın içine. Olur ya ilk cümle olarak böyle bir cümle çarpar gözüne. Hadi
“Sana seni seviyorum diyemem belki ama kalabalık bir ortamda gülerken ilk senin gözlerine gülümserim ve eve giden kısa yolu seninle birkaç adım fazladan atabilmek için uzatırım. Bazen de bilerek adresi kaybederim. Bilmem ki anlaman için bazen elimi kaybeder, elinde ararım. Bazen de ezbere bildiğim şarkının nakaratında saçmalarım. En güzel kelimelerle kurduğum cümlenin devrilmesini seyrederim. Konuşurken aniden bir kekeme oluveririm. Bazen de yağmurlu havada şemsiyeyi başımız yerine yağmur ıslanmasın diye tutarım. Kaybolur ayaklarım, aniden topallayarak sana yaslarım omzumu, anla ama sana seni seviyorum diyemem, anla. Hadi elimi tut, gökyüzü bulutlardan düşüyor.”
Merhabalar!
Tam 5 ay önce okumaya başladığım ve 4 defa okumaktan vazgeçip, sonunda bitirdiğim bu kitabı sırf çok okunuyor diye bende kendi düşüncelerimi yazmak istedim.
Yazarın bu kadar çok Klişeyi bir araya nasıl getirdiğini merak ediyorum. :))
Bu aşk mı? Asla değil. Olsa olsa takıntı ya da bağımlılık. Başka türlüsü benim düşünce yapıma ters.
Spoiler içermektedir:
Kitapta işlenen temel konulardan biri olan 'bastırılmış cinsellikle', kitabın müstehcen içerik nedeniyle 100 temel eser arasından çıkartılmış olması durumu sebep-sonuç ilişkisi bakımından çok anlamlı..
Yusuf Atılgan bu kitabı için 'çok tehlikeli şeyler yazıyorum, göreceksiniz' demesine rağmen kendisini
Olur ya belki okursun diye yazıyorum bu satırları Çünkü sana söyleyemediğim Çok şey bıraktım yüreğimde O kadar yarım kalmıştım ki sana Ne pahasına olursa olsun Seni kaybetmek geçmiyordu içimden Özlemek diye bir şeyin varolduğunu Yokluğunun sabahında anladım Öyle Bir bakışın Öyle bir gülüşün Ve Öyle bir ses tonun vardı ki Unutmak için çok çabaladım Ama malesef başaramadım Biliyorum her yara iyileşmek zorunda değil Bazı yolların da sonu olmaz kimi zaman Bizimde bir sonumuz yoktu ve yüreğimdeki yara kabuk bağlamaz oldu Ne zaman her şeyi bir kenara bırakıp Sana sarılmak istesem Bakışlarındaki dikenli tellere takıldı kollarım Oysa o kadar dökmüştüm ki sana içimi Maalesef sen bana hep sağır kaldın Ve hiç bir zaman yüreğimin feryadını duymadın Sana anlatacak Bir şeyim kalmadı artık Bu defa beni anlaman için değil Bundan sonra anlaman gereken bir şey Olmadığını bil diye yazıyorum Bir zamanlar beni gerçekten seveceğini Umut ederdim Bunun içinde allaha çok dua ettim Her gece uyumadan önce Hatta uykumun en ücra yerinde Fakat farkındamısın bilmem kadın Sen bu hayatta benim kabul olmayan en masum duamsın Dilerim bana yaşattıklarını
Gün gelir sende yaşamazsın
Biliyormusun
Bu hayatta herşey
Kader kısmet ve nasipten ibarettir
Şimdilerde bir tek duam var artık
Diyorum ki
Seni yüreğime koyup
Kaderime yazan allahım
Aynı şekilde aklımdanda silip atsın....
“Sana seni seviyorum diyemem belki ama kalabalık bir ortamda gülerken ilk senin gözlerine gülümserim ve eve giden kısa yolu seninle birkaç adım fazladan atabilmek için uzatırım. Bazen de bilerek adresi kaybederim. Bilmem ki anlaman için bazen elimi kaybeder, elinde ararım. Bazen de ezbere bildiğim şarkının nakaratında saçmalarım. En güzel kelimelerle kurduğum cümlenin devrilmesini seyrederim. Konuşurken aniden bir kekeme oluveririm. Bazen de yağmurlu havada şemsiyeyi başımız yerine yağmur ıslanmasın diye tutarım. Kaybolur ayaklarım, aniden topallayarak sana yaslarım omzumu, anla ama sana seni seviyorum diyemem, anla. Hadi elimi tut, gökyüzü bulutlardan düşüyor.”
Ülkedeki insanlarda mahkemelik olma ya da dava yeme fetişizmi var. Bilmem necisinden bilmem kimcisine kadar birçok isim yediği davaları anlatırken kabarıyor. Öyle bir anlatıyor ki, ülkede tek kazığa oturtulan bunlar.
Benzeri 1K'da da var. Engel yiyor, eleştiriliyor, ya da linç edilip hakarete maruz kalıyor, böylece muazzam bir etkileşim kasıyor. Yavaş yavaş kanaat önderi havasına girmeye başlıyor. Hakaret yeme fetişizmi öyle bir katılaşıyor ki, aklıselim bir iletişim ve istişare de mümkün olmuyor. Zira yaftalayarak oradan da bir hâdise çıkartılıyor.
Geçen bir hanımefendinin iletisine yorum yapmıştım. Necip Fazıl beyin bir cümlesini paylaşmıştı. Bazı cümleler yerinde güzel. Durup dururken malûm amaca dönük sloganik iktibaslar yapıldığında o e-mücahid ya da e-devrimci olarak geri dönüyor.
Denilebilir ki, cihad sadece kılıçtan mı ibaret? Değil, ama acaba bu çıkardığımız tantana cihad mıdır, yoksa nefsimizi tatmin için etkileşim meydana getirmek midir?
O yüzden bu tarz kişilerin iletilerine yorup yapmayın. En son biri hesap puanlıyordu. Mücahid kardeşimiz tesettürlü hanımlara da yazıyordu ki, "Muhafazakâr fotoğraf. Dinî kitaplar çoğunlukta. Yazarlar da dindar." Not veriyor.
Mübarek sen daha dün burada şeriat için kazan kaldırmadın mı? Şimdi de kadınların hesabını puanlıyorsun.
Hayırlı geceler.