Ne beklediğini bilerek—ama beklemeden—
yaşayacaksın: en çok beklediğinin de, gelse bile bir gün, hiçbirzaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek...
Yaşamın bir bekleme olacak—ama,
beklemeden yaşayacaksın.
Bütün bir ömür altı günden ibaret olsa... Bazen kıskanırım kelebekleri. Sadece bir gün yaşadıklarını duymuştum, sadece bir gün. Belki de en güzelini yaşadıktan sonra ölmeli insan. Yıllarca yaşayıp mutsuz olmak ne acı. Yahut ömrünün sadece birkaç günü için, diğer günleri harcamak.
Walker ve ekibinin çalışmaları öğrenme hafıza ve uyku arasındaki ilişki hakkında çok daha ilginç sonuçları da gün ışığına çıkardı. Örneğin öğrenmeden önce uyumanın hafıza oluşmasında çok önemli pozitif etkisinin olduğu, yeterince uyku alınmadan öğrenilmeye çalışılan şeylerin hafızada kalmadığı ortaya çıktı. Bu deneyler arasında ilginç bir deneme de vardı. Uykusunu almış veya yeterince uyumamış deneklere onar kelime gösterildi. Yanlız bu kelimeler üç farklı özellik taşıyordu, ilk onu duygusal olarak pozitif, ikinci onu nõrtal ve üçüncü onu da negatif kelimelerdi. Bu ilk üç gruba ek olarak daha sonra deneklere yine pozitif, negatif ve nötral olan yeni kelimeler gösterildi. Aradan bir süre geçtikten sonra deneklerin bu kelimeleri ne kadar hatırlayabildikleri ve özellikle yeni ile eski kelimeler arasındaki ayrımı ne ölçüde başarabildikleri ölçüldü. Uyku eksikliği öğrenmenin etkinliğini %40 oranında düşürmüştü. Daha ilginç olanı ise uykusuzluğun en büyük etkiyi pozitif kelimelerde göstermesiydi. En az etki ise nörtal kelimelerde gözlenmişti. Uykusuz kalanlar negatif kelimeleri hafızalarında çok daha iyi tutmuşlardı. Bu sonuçlar dep resyon ve uykusuzluğun birlikte görüldüğü gerçeğini çağrıştırıyor.
Düşünsenize,bir gününüz silinse hayatınızın seyri ne kadar farklı olurdu. Demirden ya da altından , dikenden ya da çiçekten o zincir sizi hiç sarmayacaktı ,o gün ilk halkası oluşmasaydı.
Petrolün sömürülmesi, muazzam yeni bir servet ve onunla birlikte yeni, gün geçtikçe daha şiddetli sosyal gerilimler getirdi. Eski toplumda zenginliğin doğurduğu eşitsizlikler sınırlıydı ve etkileri bir yanda zengin ve fakiri birbirine bağlayan geleneksel sosyal bağlar ve yükümlülüklerle, diğer yanda müslüman ev yaşamının mahremiyetiyle kısıtlanmıştı. Modernleşme, çoğu zaman uçurumu açtı, bu sosyal bağları yok etti ve modem medyanın her yere nüfuzuyla, ortaya çıkan eşitsizlikleri acı verici bir şekilde görünür kıldı.
Yetenekli ama isteksiz, zeki ama başarısız, parlak ama sıkılmış çocuklar. Madalyonun diğer yüzünde, eğitim de bir veya iki nesil öncesine göre çok daha stresli bir işe dönüşmüştür. Birçok öğretmenin de onaylayacağı üzere , günümüzde çocuklara eğitim vermek her geçen gün daha da zorlaşmakta ve öğrenciler giderek daha da saygısızlaşıp tepkisizleşmektedir.
Hayatın acımasız taraflarından biri de en çok unutmak istediklerimizi bir gün mutlaka anlatmak zorunda kalmamız. Unutmak diye bir şey yok. Unutmak diye bir şey var. Unutmak diye bir şey var ya da yok. Bir yerden sonra o da anlamını yitiriveriyor. Kendi kendime ayna oldum, gördüklerime tahammül edecek gücü bulamayınca da paramparça ettim. Söylemek kadar kolay olmadı. Hiç kolay olmadı. Kendi sırrını parçalamak.
-“Sadece tapınakları değil, içlerindeki putları da yıkıyoruz! Fakat gerçek putlar insanların kalbindedir, onları yıkamıyoruz!”
- “Ne demek istiyorsun?”
-“Dünya sevgisidir en büyük put! İnsan onu kalbine koyar; kalp artık onun değildir, dünya sevgisi onu esir alır!”
- “Köle gibi mi yani?”
-“Evet köle gibi, hem de gerçek bir köle! Bedeni köle olanlar, bir gün azad edilebilirler senin gibi; çünkü zincir onların sadece ellerinde ve ayaklarındadır. Ama gönlünü, kalbini ve ruhunu dünya sevgisine esir edenler zincirlerin en büyüğüne esir olmuşlardır, onlardan kurtulmadıkça hür olamazlar. İşte gerçek esarette budur.”
Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin
üzgün, kara, ayaklanmaya hazır
ben yaralar kuşanıp katılırım onlara
onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak
seni alırım sonra her bir yanım çağıldar
bir oyuna kalkarız sıkılmış yumruklarla
yazarız duvarlara fırtınalı yazılar.
Bir gün burda, bu kalktığımız yerde
kendini yaşamakla taşıran bir güneş kabarcığı
zonklayan bir atardamar olduğu anlaşılır
el tutuşmuş çocuklar ki o zaman
senin gözyaşlarını heyecanla kapışır.
Bir gün bir yabancı gazete yazarının, “Garplıların nelerini milletiniz için almak istersiniz?” sorusuna şöyle bir yanıt vermişti:
"Biz Garp medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz"
Bir ağaç olsaydım altında sevdalıların buluştuğu değil, mezarlıkların olduğu bir ağaç olmak isterdim. Orada olmak isterdim. Sırrını anlamak için hayatın, dünyanın nasıl da manasız kaldığını, kıymetsiz kaldığını her gün tekrar tekrar anlamak için...