Olamam çok sevsem de bir aşkın kölesi
Senin derdin aşk benimki memleket meselesi
Olamam çok sevsem de bir aşkın kölesi
Senin derdin aşk benimki memleket meselesi
Siyah beyaz filmler belki anlatır beni
Asabiyim ama bir çocuk ağlatır beni
Mahçup delikanlıyım yok gönlümün hilesi
Benim derdim güzelim memleket meselesi
Bu kadar severken memleketi
Belki
Zira bazen kalp; minik, çalışkan bir fabrika gibi heves, heyecan ve aşk üretir, biriktirir. Depo dolup taştığında, nakil için başka bir kalp bulmak lüzumu baş gösterir. Kimi kez hiç düşünmeden, mümkün olan, hatta mümkünse mümkün olmayan ilk kalbe aktarır insan biriktirdiğini. Yani belki de aşk, birine karşı duyulan hisler toplamından ziyade, kendi başına yetişen, sahibini arayan öksüz duyguların neticesidir. İnsan bazen kime aşık olacağını seçemez. Kalbin zamanı gelmiştir ve karşısına çıkan ilk ihtimale sarılıverir. Bilmem, ben nasıl yaptım. Bugün bile emin değilim, fakat nihayetinde öyle ya da böyle kalbimi kaptırdım.
Ruhumu tasviye ediyorum,
Bu şehir beni acayip yordu,
Belki de ondan konuşamıyorum.
Ve senden gidiyorum,
Duyma sesimi, duyama beni...
Ve benliğimi atarak çöpe,
İstanbul'u terk ediyorum.
• Zengin olmak, yalnızca çok fazla paraya sahip olma meselesi değildir; asıl ne istediğimizle ilgilidir. Ve zenginlik daimi de değildir, arzularımızla bağlıdır. Ne kadar paramız olursa olsun ne vakit gücümüzün yetmeyeceği bir şeyin peşinde olsak, yoksul sayılırız.
• Delilerle dolu bir dünyada akıllıca düşünebilmek, başlı başına bir deliliktir.
•
"Çocuklukta sahip olduğum bu tazelik, bu kaygısızlık, bu sevilme isteği ve inanma gücü başka bir zaman geri gelir mi? İki güzel erdemin, tertemiz neşenin ve sınırsız sevilme isteğinin yaşamdaki tek arzu, tek itici güç olduğu bu dönemden daha iyi bir dönem olabilir mi?"
Tolstoy'un otobiyografik üçlemesinin ilk kitabıdır
Tuba
AYŞE EVCİ
"Dünyaya dair her şeyden vazgeçmeliymişim, henüz onlu yaşlarımın başındaydım. Beni yavaş yavaş ama kesin olarak nasıl yok edeceğini anlattığı hastalığımın adını açıklayan doktorumun duygusuz, ruhsuz, umutsuz bakışları mıydı söyleyen bunları?"
Kim mi bunları söyleyen? Tabii ki romanımızın baş karakteri
Ruhsuz ve hergelece bulduğum "bir eseri puanlandırma" kısmından başlayayım. En yüksek puanı (şu an için 9) verdiğim kitaplar daha sonra tekrar okumayı düşündüklerimdir. Bu kuralı bozan bir kitap oldu. Masumiyet Müzesi'ni (en azından yakın ve orta bir gelecekte) tekrar okumayı düşünmesem de bende oluşturduğu hislerin yoğunluğundan
Aylin Balboa ile Kafa dergisinde tanışıp, kalemini çok sevmiştim. Kitaplaşınca çok iyi olmuş. Keyifle okudum, eğlenceli bir kitaptı.
Alıntılar; Su samurları, akıntıyla farklı yerlere sürüklenmemek için uyurken el ele tutuşurlarmış. Bu bilgi azıcık ağlamama neden oldu ama o akıntıdan bahsetmeyeceğim, olayı dramatize etmek istemiyorum. Ben asıl
Varlığını bile unutmuşum, ne okusam diye kitaplığa göz gezdirirken denk geldim. Bu kitabı kendim satın almışım gibi hatırlıyorum ama emin değilim. Sena'nın okumam için aldırdığı kitaplardan olabilir ama bu naylon hafızaya güvenip iki laf etmeye gelmez, insanı yarı yolda bırakır. Kitabı alışımdan çok sonra (yani kısmen yakın gelecekte) ve
Merhaba arkadaşlar. Yeni ayın ilk gününden hepimize selamlar, huzurlu bayramlar dilerim.
Ahmet Mithat Efendi ile alakalı olabildiğince geniş, uzun ve tüm kitapları hakkında genel bir inceleme de bulunacak bu yazımızda. Evvela bunu söyleyerek başlamak istedim. Şimdi birkaç kitabını okuyacak belirli bir sırayla gideceğiz ama birkaç yıl sonra bir
Yavuz Ağıralioğlu geçtiğimiz sene, memleketimizin en mühim sorunlarından bir soruna parmak basarak "Türk içki içmez" demişti. Ara ara karaladıklarını burada paylaştığım Usuyitik, İsmet Özel'e de dokundurarak, Ağıralioğlu'nun kanayan yaramıza dikkat çektiği söylemleri üzerinden, sağa yönelik bir takım eleştiriler serdetmiş.
Peyami Safa 'yı severim o da rüzgara karşı gemisini yüzdürmüş yazarlarımızdan, onun
Doğu Batı Sentezi kitabı fikri mülahazalarını ortaya koyuyor ve ülkemiz için çok kıymetli buluyorum. Bu garplılşama meselesi, kültürel kırılma şekliyle Fatih Harbiye'de romantik bir açıdan ele alınmış. Güzel. Ama acıdım kendimize bir genç kızın baloya gitmeyi istemesi, yaşam tarzında değişiklikler arzu etmesi memleket meselesi halini alıyo, halbuki basit bir heves. Bugün o kadar keskin değil hatlar yine de hala Türkiye'de yaşamak pek çok yol ayrımını beraberinde getiriyor. Pek çok basit arzumuz koca koca engellerle karşılaşıyor. İnsanların ellerinde etiket, sınırlardan çıkılmasına müsade edilmiyor her yerde bir çatışma hüküm sürüyor. Biraz olsun ufkunu genişleten insana (Neriman'ı kastetmiyorum çünkü onun motivasyonu daha heveskardı ve nitekim geçti, bitti.) işte insan olmak hususunda biraz derinleşen ufku genişleyen insana muhiti dar geliyor ve çevresinde kendini anlayabilen birini daha bulması çok zor bir hale geliyor. Çünkü bu ülkenin tüm cenahlarında ortak tek bir şey varsa o da malum olan misafirperverliğimiz değil yobazlığımızdır. Her türlü yobazlık. Burda