"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet
#51075561 iletisi kapsamında yazdığınız SARI öyküler bu başlık altında paylaşılacaktır. Paylaştığınız öyküleri yorum olarak bildirebilirsiniz.
Hikayeler:
---------------------
1.
Anneannemin toprakla uğraşmaktan çatlayan ellerindeki kudrete inanıyorum. O eller ki Ankara’nın kavurucu sıcağında yıllar boyu toprakla muhabbet kurmuş. Evet doğru kelime bu olmalı, uğraşmak rekabet barındırıyor ama o dostluk, ahbaplık ilişkisiyle ömrünü ölçmüş, biçmiş, değerlendirmiş. Bu dostluktan ona kahve telvesinden nişane kalmış; ayasıyla
Bu mektuplar neyin nesiydi?
İlkinde beyaz bir kâğıt vardı. Evirdim, çevirdim, yakından baktım, uzaktan baktım, gün ışığına tutunca kâğıdın yapısını değiştiren ve rengini gölgeleyen yuvarlak lekeyi fark ettim. Bu bir gözyaşıydı: Annem, ben gidince ağlamıştı.
İkincide kâğıt yoktu, zarfın dibinde, yumuşacık, soluk sarı renkte bir yün parçası vardı,
Sarı için ayrılığın rengi derler.
Sarı bir apartmana bakıyor pencerem. Sarı saçlı bir kadın çamaşır asıyor , pencereleri siliyor ve sürekli aşağıya bir şeyler silkeliyor. Sarı gömlekli meczup bir adam hep aynı şarkıyı mırıldanıyor ama anlamıyorum ne dediğini.
Çocuklar çok severmiş sarıyı öyle duymuştum bir yerlerden , nerelerden hatırlamıyorum. Bir de doğuştan kör olanlardan gözleri açılanlar , en çok sarıyı seviyorlarmış renklerle karşılaşınca. Belki de bu da uydurma bir bilgidir bilmiyorum.
Bir kız vardı bir yerlerde , çok seneler önce. Sarıydı saçları , sarıydı saç tokası , sarıydı çantası , sarıydı kol saati. O şimdi uzak bir galaksi kadar uzakta kalmış bir zaman diliminden ışık hızıyla , bir saniyeden daha kısa süren seyahatler düzenler kalbime. Neyse geçelim bu bahsi.
Sarı sonbahar. Henüz kırkı çıkmamış bir ölünün mezarına doğru sarı yapraklar savurur sonbahar rüzgarı. Ölüm sen ne yaman hakikatsin , elinden kurtulan ademoğlu görülmemiş.
Güneş de sarıdır. Seni unutacağımı mı sandın ey ısı, ışık ve umut kaynağımız. Milyarlarca yıldır umudu koynunda saklayan sen değil misin ?
Sarı hüzünlü bir renktir. Sarı neşeli bir renktir. Sarı ilgi çeken bir renktir.
Sarı için ayrılığın rengi derler. Dünya hayatında ne varsa zaten , hepsi ayrılığa işaret eder..
Sabah uykusundan uyanmak
Seni sen eden bölük pörçük uykundan sıyrılmak.
Sabah kahvesi tadında,
Sabahın içinde gün doğumuyla günü tamamlayan güneş parıltısı, gökyüzünde ucu görünmeyen kocaman mavi, umutlar...
Sabahın sıra sıra alarmları,
Saatin insanı telaşa sürükleyen yelkovanı, akrebi.
Havada şenlik havasında kuş cıvıltıları.Onların ötüşlerinin
Noel Kekinin Gizemi
Bu kitap eğer bir mönü olsaydı "Şefin Seçimi" olarak adlandıralabilirdi. Bu durumda şef de ben oluyorum.
Diyor Agatha Christie ve şöyle devam ediyor: Kitapta iki ana mönü bulunmaktadır: Noel Kekinin Gizemi ve Şamar oğlanı; antre olarak, İkinci Gong, Yirmi Dört Karakuş ve Düş, bir de tatlı Sarı Süsen.
Noel Kekinin
Kefenin sargıları açılırken herkes nefesini tutmuş, Prof. Kâmile Mutlu ölümünden 15 yıl sonra ilk kez Atatürk'ün yüzüne bakmıştı.... "Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış, nöbetçi er kokudan bayılmış" vb. rivayetlerin aksine Atatürk'ün yüz hatları bozulmamış, dağılmamıştı. Kâmile o gün gördüklerini daha sonra şöyle anlatmıştı:
Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol gözkapağının üzerine düşmüştü. Atatürk Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyuyor gibiydi...
(( EFTELYA))
-ak denizi cebinde taşıyan güneşin kızına-
Dik yamaçları koyu bir yeşille süsleyen kızıl çam ormanlarının oratasındaki patikadan aşağı doğru indikçe, çam ağaçlarının heybetli duruşunun yerini rengarenk çiçekleriyle kısa bodur ağaçların almaya başladığı bir anda denizin ve göğün mavisini kuçaklamış küçük bir kasaba görünüyordu.
“Bana mavi etiketli bir rakı getir
Diyarbakır’dan bir avuç toprak
Bitlis’ten bir tutam tütün
Avuçlarından içeceğim
Bir tas su getir munzur’dan
Bana istanbul’dan biraz lodos
Malatya’dan sarı kayısılar getir
Bana kendini de getir memleketimden
Kendinle birlikte getir memleketimi de“
Ahmet Kaya , Paris 2000