Günaydın. Birilerini mutlu etmek yahut onları üzmemek için geçirdiğimiz günler olmuştur. Kimilerinin ömrü böyle geçmiştir. Ne üzücü. İlber Ortaylı: "Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir. İfadeniz bomboşsa da hiçbir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan kurtulmak mümkündür; yaşayın, monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin, başkalarıyla ilgilenin, okuyun, sevin." diyor ve ekliyor: "Yüzünüz ifadesiz kalmasın." Kendi hayatımızı yaşamalı sevgili okur. Bunlar böyle kolay değil elbette fakat ifadesiz bir yüzle, bir ömür... Kimseye, hiçbir meseleye değmez. Var olun.
Şu geçen başını kaldırıp vicdanıyla baksa
Öz yurdunda garip yaşıyor mabed-i aksa
Ateş geliyor gökyüzünden, yok mu bir çaresi
Bakışlarla, ne kardeşi kaldı ne hanesi
Hastane duvarlarında yatıyor çoğu cansız
Ve yaşlı bir amca, kucağında yaralı kız
Söylesene amca, kabus mu bu gördüklerim
Enkazın altında can çekişti sevdiklerim
Söyleyemedi amca, bu
Günaydın. Bu çağda sevmeler de bir tuhaf. Sevgi mi bir anlık heves mi yoksa bir çıkar bir çarpık beklenti mi bilemiyor insan. Némirovsky, "Ona olan sevgisinin baki olacağını dünyanın döndüğünü, güneşin aydınlattığını ve geceden sonra günün ağardığını bildiği gibi biliyordu." der. Gerçek sevgi, çağ değişse de hissedilir sevgili okur. O emin olma hissi yoksa işte, eyvah. Var olun.
Günaydın. Bu çağda sevmeler de bir tuhaf. Sevgi mi bir anlık heves mi yoksa bir çıkar bir çarpık beklenti mi bilemiyor insan. Némirovsky, "Ona olan sevgisinin baki olacağını dünyanın döndüğünü, güneşin aydınlattığını ve geceden sonra günün ağardığını bildiği gibi biliyordu." der. Gerçek sevgi, çağ değişse de hissedilir sevgili okur. O emin olma hissi yoksa işte, eyvah. Var olun.
susuzluk
Sudaki görüntün bana
aşkın yalnızca susuzluk olduğunu
söylüyor.
Islak gözlerinden bir yudum almak bana,
susuzluğun yalnızca bir baştan çıkma olduğunu
söylüyor.
Odaya karanlık çökmüştür; kahramanımızın ruhu boş ve huzursuzdur; etrafındaki hayal dünyası kaybolmakta, hiçbir iz bırakmadan, sessiz sedasız yitip gitmekte, bir rüya gibi silinmektedir ve kahramanımız gördüğü rüyayı bile anımsamaz. Ama hafifçe göğsünü sızlatan, kabartan karanlık bir duygu, yepyeni bir arzu, hayalgücünü cilveli cilveli gıdıklamaya, dürtmeye başlar ve sezdirmeden yeni bir hayaller akınını başlatır. Küçücük odada sessizlik hüküm sürmektedir; yalnızlık ve atalet hayalgücünü kışkırtır; hayalgücü usulca hareketlenmeye, ihtiyar Matryona'nın mutfakta işlerle uğraşırken bir yandan pişirdiği kahvenin suyu gibi hafif afif kaynamaya başlar. İşte artık küçük parlamalarla kabarmaktadır, işte öylesine, amaçsızca aldığı kitap, daha üçüncü sayfa bile çevrilmeden hayalperestimizin elinden kayıp gitmektedir. Hayalgücü yeniden ayağa kalkmış, harekete geçmiş ve birden yeni bir dünya, yeni nefes kesici bir yaşam gözünü kamaştırarak ışıldamıştır. Yeni bir rüya, yeni bir mutluluk! O rafine, şehvet uyandıran zehirden bir yudum daha! Ah, artık bizim gerçek yaşamımız onun için nedir ki!
“…sonra şişeyi Asle’ye uzattı bir yudum içmesini istedi, Asle içkiyi yudumladı, derken Sigvald Baba elindeki kemanı Asle’ye verdi, biraz çalıp havaya gir dedi, en iyi müzik yavaştan çalmaya başlayıp, incecik tınılardan yükseklere taşımakla, hiçlikten muazzama çıkmak şeklinde olur, dedi, Asle oturduğu yerde hiçlikten başladı çalmaya, ta altlardan
Yazarın 4.kitabını bitirdim.Normalde bir kitabı bu kadar geç bitirmem.Ama bu kitap da dahil diğer kitaplarda olduğu gibi (en azından benim için) yudum yudum sindire sindire okunması gereken kitaplar içindeydi.Müthiş aydınlandığımı düşünüyorum.Yaklaşık bu son bir yıl benim ve birçok insan için ağır travmaların,acıların yaşandığı bir yıldı.Gerçekten bu okuduğum seri ruhuma,bana iyi geldi... Teşekkürler!
Su KanunuMustafa Kaya · MK Yayın · 20231,833 okunma
*spoiler*
"Uzay benim için her zaman bilinmez olmuştur. Filmleri, bilim kurgu romanları... Arthur C. Clarke, Tanrıların Arabaları... Ya burada olmam inanılmaz bir şey yani! Space Odyssey!" diyor ve başlıyorum.
Sevgili İthaki yayınları, Tanrılar belanızı versin, saygılar. Birinci sayfa, birinci paragraf yazım yanlışları başlıyor.
Günaydın. Bazen şöyle olur: Bir yerden geçersiniz ilk kez, bir gülümsemeye tesadüf edersiniz ilk kez fakat ezelden tanıdıkmış gibi hissettirir. Hiç gitmediğiniz bir kentte dahi olur bu. Benzeteceğiniz yerler yahut insanlar da değillerdir üstelik. Fuat Sevimay, "Geçmişte bulunduğumuz bir yere, mahallemize, okulumuza, sokağımıza, evimize rast gelince tuhaf duygulara kapılıyoruz. Oysa bazen geleceğimizde yer tutacak yerleri arşınlıyoruz ama hiç farkında değiliz." Belki de farkındayız sevgili okur. Kim bilir? Var olun.
Anne sevgisi yaşamımızdaki o ancak yudum yudum elde ettiğimiz fakat hiç vazgeçemediğimiz -ve amacına tümüyle aykırı olarak- birçoğumuzun bir yudumunun bedelini, canlılığını feda ederek ödemek zorunda olduğu şeylerden değil midir?
Önce bilgiyle, sonra düşünme ile gelen, insanın kendini üstün görmesi, diğer bütün konuşan yaratıkları ilk bakışta yargılaması belli bir yaşa kadar devam eder. Sonra bir gün fark edilir hiçbir canlının anlaşılabilecek kadar basit olmadığı. İçine kapanık bir çocuğun sınıf arkadaşlarını pompalı tüfekle katlettiğini okursun gazetede. Orta yaşlardaki başarılı bir mühendisin bir çocuk gibi evinden, ailesinden kaçtığına tanık olursun. Yargılar isabetsiz hale gelir. Çözdüğünü ya da uyanışından yatağına dönüşüne kadar bir gün boyunca neler yaptığını tahmin ettiğini sandığın insanları aslında ne kadar az tanıdığını fark edersin. Ve yıllarca sadece kendini çift hatta daha fazla sayıda hayat sahibi gördüğünden, şaşırırsın bir benzerini başkalarının da yapabilmesi. Hatta senden yüz kitap daha cahillerin aklından geçenleri okuyamadığın için utanırsın kendinden. Oysa onlara benzememek için hiçbir iş yapmamış, hiçbir inanca ve amaca sahip olmamışsındır. Sadece gözlem ve eleştiri vardır hayatında. Ama on sekiz yaşına kadar son derece normal, başarılı, popüler bir çocukluk geçirerek gelmiş bir gencin kendini asmasına tanık olunca, bir yudum bile yükselememiş olduğunu anlarsın.
İnsan, insanlığını yavaş yavaş şöyle yitiriyor: Hiçbir vakit yaptıklarının karşılığını görmeyerek. Bir kedi, başı okşandığında gözlerini kısıyor; güneş batınca suladığımız fideler bir gün çiçek açıyor fakat insan... İnsan öyle mi? Marjan Kamali, “Bazı insanlar neden ruhumuza yerleşiyor, boğazımıza düğümleniyor, zihnimize kazınıyor?” diye sorarken bundan bahsediyor. Bu çağ böyle bir çağ... Zihnimize kazıdıklarımız, ruhumuza yerleştirdiklerimiz kıymet bilmiyor ve buna itiraz ederseniz karşılık beklemekle, çirkin biri olmakla suçlanıyorsunuz. Ne diyelim?
(Alıntı)
"Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Bir gövdenin önünde diz çökmeyi. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim. Otobüs terminallerinin ayrılıkla dönüş karışımı kokusunu özledim. Otel odalarının insanı bir yaprak gibi incelten kederini. Başka kentlere vuran rengini güneşin. Başka sokakların telaşıyla çoğalmayı. Dünyayı yudum yudum aşka çeviren yalnızlığı..."