Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İçinizdeki aydınlığı arttırdıkça çöken karanlık yarılıp yok olacak
"Bir cinneti yaşıyoruz ama bunu yüksek sesle söyleyemiyoruz. Basın teslim alındı. Üniversite teslim alındı. Adalet teslim alındı. Eğitim teslim alındı. Siyaset teslim alındı. Sermaye teslim alındı... Her gün bir evden gencecik bir çocuğun cenazesi kalkıyor. Her gün bir evden bir kişi hapishaneye gidiyor. içeride öldürdüklerimiz yetmedi,
Biz insanlar, her şeyi bildiğimizi zan ve iddia ettiğimiz için hiçbir şey bilemiyorduk. Amcamın mensup olduğu aydınlar sınıfı: İki doktorası olan adamın başka bilgilere ne ihtiyacı olur? diyordu. Ben ise: Hayır, asıl icâzet, sen bu kâğıtla istediğin mevkie çıkabilirsin... diye verilen diploma değil, sen bu arınmış gönülle ulu kişilerden oldun... diye rûha verilen mânevi fetvâdır diyordum. Fakat bu fetvâyı verecek olan ağız, kendisine karşı bilgiçlik gösterenler için dilsizdir.
Sayfa 23
Reklam
Bir maneviyat var, ben Allah diyorum, beyim, siz tabiat deyiniz." Hasan Şevket sözünü kesti dostunun : Ben ne Allah diyorum, ne maneviyat ne tabiat. Ben hiçbir şey demiyorum. Şu tabakta bir dilim beyaz peynir var ben onu bile yemiyorum yiyemiyorum yani... İkinci dilime çıkışmıyor param. Ne zalimdi, ne de derebeyiydi babam. Avrupa'nın yıkılması da umrumda değil. Biz de beraber yıkılalım bir an evvel biz de beraber. Söyleyecek ne kadar güzel sözlerim vardı insanlara bana hiçbirini söyletmediler. Hep ayrı bokun soyudur en kötünüz, en iyiniz. Bir tek dilim peynirimi buyrun size ikram ediyorum, yiyiniz..."
Yabancıların dikkate değer özelliği büyük oranda bildik olmalarıdır; bir kişiyi yabancı olarak kabul etmek için, öncelikle onun hakkında hiç olmazsa birkaç şey bilmem gerekir. Her şeyden önce, onların tekrar tekrar, davetsiz olarak benim görüş alanıma girmeleri lazımdır: Öyle ki ben onları yakın çevremde görmeliyim; istesem de istemesem de onlar kesinlikle benim yaşadığım ve ayrılmadığım, ayrılma işaretleri de göstermediğim dünyada yaşarlar. Böyle olmasalardı, yabancı değil, olsa olsa "hiç kimse" olurlardı. Hiç kimse dediklerim, çoğu kere belli belirsiz, dikkatimi çekmeden ve dağıtmadan, günlük hayatımın baktığım ama görmediğim arka planında hareket eden, bir yüzü, çehresi olmayan ve biri diğerinin yerine geçebilen çok sayıda oluşum arasında kaybolurlar. Onları duyarım ama ne söylediklerini dinlemem. Yabancılar ise tersine gördüğüm ve dinlediğim insanlardır. Tam da onların mevcudiyetine dikkat ettiğim, onların mevcudiyetini görmemezlik edemediğim ve basitçe dikkatimi vermeyi reddederek bu mevcudiyeti ilgisiz kılamadığım için, onları anlamlandırmakta güçlük çekerim. Onlar âdeta ne yakın ne de uzaktırlar. Ne "biz"im bir parçamızdırlar ne de "onlar"ın bir parçası. Ne düşman ne de dostturlar. Bu nedenle şaşkınlık ve endişe yaratırlar. Onlarla tam olarak ne yapacağımı, onlardan ne bekleyeceğimi, onlara nasıl davranacağımı bilemem.
Masa altlarından birbirine gizlice dokunan, sevişen, oynaşan ayaklar. Karşılıklı ayaklar yollarda değil, birbirinin üstünde yürüyebiliyorsa aşktır o. 'Biz tek bir çalgı için yazılmamışız; ne ben ne de sen.' diyebilecek kadar Bach'ı Bach'ın bestelediği gibi ( bile bile ) çalmamak.
Tek başına bir grup olmak böyle bir şey
"İnsan bütün hayatını, sonunda yalnız kalmak için yaşıyor sanırım." İnsan bütün hayatını gerçekten insan gibi yaşadığında yalnızlık kaçınılmaz oluyor. Bu çocukken de böyle değil miydi zaten ya sen kendini onlardan çekiyorsun ya da onlar seni dışlıyordu. Bir de "Sen değil biz kazandık." edasıyla yapıyorlardı bunu. Dışlamayı
Reklam
kenosmos
(...) tanınmamak için aptalca takma isimler kullandık, zaten neden kendi isimlerimizi kullanmaya devam ediyorduk ki, aptallıktan, sırf salaklıktan, kendimizi tanınır kılmak için, sadece kendimizi değil, eylememizi, hissetmemizi ve düşünmemizi sağlayan şeyleri teşhir etmek için, üstelik herkes gibi konuşmak berbat bir şeydir, güneşin battığını söylemek filan, çünkü herkes bilir bunların boş laf olduğunu, ben demenin olmadığı noktaya değil, artık ben demenin bir boka yaramadığı yere ulaşmak için, biz artık kendimiz değiliz, ama kimse bunu anlamayacak, (...)
Tarih boyunca bu konuda iki önemli gelişme olduğunu söyleyebilirim. Birincisi; bolluk fikri. Şimdilerde gençler, "Hey bir dakika, ötekine karşı olma," diyor değil mi? Çünkü bir işbirliği kavramı gelişmiş. "Savaşa gerek yok! İşbirliği yaparsak bu imkânlar sana da bana da yeter; öyle ki sadece bu nesle değil, gelecek nesillere de yeter," anlayışı yayılıyor. Birleşmiş Milletler'in kurulması bununla ilgili atılmış bir adımdır. Görüyoruz ki bir zamanların savaşanları şimdi beraber üretmeye başladılar. Evet, birincisi bolluk paradigmasıydı. Ben-sen değil, biz olursak herkese yetecek, hatta artacak kadar üretebiliriz. İkincisi; güven duygusu. Bir kere insanın güven arayışı birey olarak, aile olarak, şirket olarak, toplum ve devlet olarak hiçbir zaman bitmez. Güven ihtiyacı her zaman vardı ve her zaman da olmaya devam edecektir.
Sayfa 237Kitabı okudu
Dahası da var: Kimi zaman benim de umrumda değil.Ya ben de ötekiler gibi olursam ... Ya ben de umursamazsam.O zaman ne oluruz biz?
Sayfa 170Kitabı okudu
Aralık ayında, başıbozuk kuvvetlerin durumu daha da karıştı. Birçokları yeni orduya geçti; fakat Ethem’in etrafında hâlâ kuvvetli bir kısım bulunuyordu. Miralay Arif, Anadolu İhtilâli hakkındaki hatıralarında bundan epeyce bahseder. Yazdığına göre, Ethem’in üç bin kişilik kuvveti, ayrıca yüz makineli tüfeği ve dört topu varmış. Onların fikir
Reklam
Bu Türkler gerçekten dünyanın başına belâ. Şimdi de azınlıkları kovdukları ortaya çıktı. Düşünüyorum da Ermeniydi, Rum’du, Türklerin zulmettiği her “etnik grup”tan tek tek özür dilemek yerine hepsini birden halletmenin bir yolunu bulsak. Bu kadar faşizanlığın üstüne son bir tanecik daha yapıp Türkleri toptan bu topraklardan sürüversek. Bütün
Seni boşuna mı seviyorum sanıyorsun? Biz, "Kâlûbelâ"da beraber değil miydik? Ben o günü hatırlamıyorum. Sen de hatırlayamazsın. Ama, mutlaka yanyana idik. Tanrı buyruğuna beraber baş eğmedik mi? Evet demedik mi? Çünkü sensiz eksik oluyorum. Yarım oluyorum. Biz, birbirimize "Kâlûbelâ"da vurulduk.
Bir Yılbaşı Öyküsü
"Ben asla yok olmam," diye duyurdu kendini düşüncemin sesi. Duyuların tersine, düşünce dingindi. "Bak" diye seslendi, düşüncenin sesi. "Uygarlık dünyası birkaç bin yıldır sürüyor. Ama insanların yaptıkları şeyler ne kadar dayanıyor? Makineler, eşya, giysiler... Yirmi, otuz yıl geçmeden dağılıp gidiyor. Peki, biz neyi koruyabildik? Yanıt çok kolay: Biz düşünceyi koruduk. Madeni işlemeyi, ilaç formüllerini, döktüğün zaman sertleşen çimentoyu. Kitapları yak, zanaat sırlarını yok et ve insanların aklında tuttuklarını unutmaları için yirmi, otuz yıl bekle. İnsanlık bir kez daha taş devrinden başlayan yolun başına gelmiş olur ve değil torunun, kendi oğlun bile senin gençliğinde yarattığın şeyi toprak altından çıkartıp ona tanrının bir mucizesi imiş gibi tapınmaya başlar."
Sayfa 26 - Yazılama Yayınevi
Tanıdık geldi mi?
"Bana şu yaşımda kim istese yanaşır, kim gelse ben işi gücü bırakıp onu kalkındırmaya çalışırım. Sırf azcık gururum okşansın diye. Azcık okşanır ama bin dikenli telin de batmadığı yerim kalmaz. Biz kolay adamlarız, ummadığın adam öyle değildir hem de hiç, bizi de böyle bilmezler çok şükür ama aslı öyle, kolayız, hemen ele geliriz. Kendimizi paralamaktan beş para etmediğimiz sonucu çıkmış. Açıklanan bir sonuç değil ama bütün netice bu, ister inan ister inanma,"
sen hayatı kabul ediyor musun?
Ama o gülmedi. "Çocuklu olan," dedi gözünü kadehe dikerek "hayatı kabul eder. Sen hayatı kabul ediyor musun?" "Eğer bir insan yaşıyorsa hayatı kabul ediyordur, öyle değil mi? dedim. "Çocuklar bunu değiştirmez." "Ama çocuk yapmadın..." dedi gözünü kadehten ayırıp beni inceleyerek. "Çocuklar büyük sorun," dedi Morelli, "ama bütün kadınlar onları ister." "Biz değil" dedi Momina ani bir hareketle. "Ben çocuğu olmayanların nasibine hep başkalarının çocukla. rının düştüğünü gördüm..." "Mesele bu değil" diye onun sözünü kesti Momina. "Mesele şu ki bir kadın çocuk yapınca, artık kendisi olmaz. Birçok şeyi kabul etmesi gerekir, evet demesi gerekir. Peki, evet demeye değer mi?" "Clelia evet demek istemiyor" dedi Morelli. (...) Momina sigara yakmıştı, beni gözlerini duman yüzünden kısa- rak inceledi. Hayatı kabul edip etmediğimi tekrar sordu. Bir çocuk yapmak için onu içimizde taşımamız, köpek gibi olmamız, kana- mamız ve ölmemiz-birçok şeye evet dememiz-gerektiğini söyledi. Bunu bilmek istiyordu. Hayatı kabul ediyor muydum?
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.