Nermin Yıldırım'ın okuduğum ilk kitabı, böyle bir yazarla tanışmak mutlu etti beni. Bazı yazarlar olur süslü bir anlatım tercih ederler Nermin Yıldırım tam tersi her şeyi açık açık, anlaşılır, altında bir neden aramaksızın anlatıyor. Okurken karakterin yerine koyuyor insan kendini hatta onun yaşadıklarının bir kısmını da kendi hayatına benzetiyorsa insan; artık karakterin yerine kendini koymaktan çok o karaktere bürünüyor, tam anlamıyla o karakterin kendisi oluyor.
Seher; hem ben hem siz hem de herkes aslında. Nereye gideceğini bilmeyen, nereye gitmek gerektiğine karar veremeyen ama tutturduğu yoldan da vazgeçmeyen evsiz, kimsesiz bir kadın. Kendi sonunu hazırlayıp en kötüyü beklerken kendini bulan, kendinden vazgeçmenin ağırlığı altında ezilen küçücük bir kız çocuğu... Aslında büyümüş kocaman bir kadın olmuş ancak büyürken geçmişini unutmaya çalışmış, çocukluğundan vazgeçmiş küçük bir kız çocuğudur hala. Hep tutunmaya çalışmış kime, neye olduğunu bilmeden ama bunu yaparken de hep terk etmiş terk edilmekten korktuğu için.
Kitap, Seher ve Ogo'nun "El Camino de Santiago" gezisine çıkmasıyla başlıyor. Bu bir hac yolculuğudur aslında İspanya'nın kuzeyindeki Galiçya'da Zebedi oğlu Yakup tapınağına giden bu yolun sonu muhteşem bir katedrale çıkar.
Bu yolculukta zaman zaman geçmişe gider Seher. Zaten bu yola çıkmasının sebebi budur, söz vermişlerdi onlar Seher ve Kader dünyanın sonunda buluşacaklardı. Kader'le buluşmak için, kaderine ulaşmak için çıkmıştı bu yola. Sonunu kendisi yazmıştı, dünyanın sonunda Finisterre de, kendi sonunu getirecekti...