Halil...
Birgül...
Aysel...
Oğuz...
Bir dönemin portresini çizmiş yazar. 1970'li yıllar...
Yılların nasıl yorgun düştüğünü ve bu süreçte insanının da ister istemez nasıl yıprandığını anlatıyor. Hem de tüm duygularıyla. Herkesin özgür ve eşit olduğu bir dünya mümkün müydü ve belki daha da önemlisi bu uğurda ödenecek bedelleri taşıyacak omuzlara sahip miydi insan? Nelerden vazgeçmek zorunda kalınırdı kimbilir...
Her dönemin davası başka oluyor. Taşlı, sopalı kavgalar, grevler, özgürlüğün sadece duvarlara yazılmış bir kelime olmaktan öteye geçemediği anlar... İnsan belki de bazen aslında hiç içinde olmadığı çemberin siyah çizgilerini çekmeye çalışıyor, gün gelip o halkanın içinde hapsolacağını bilmeden. Belki de o yuvarlağın zamanla boynuna dolanan kalın bir halat olup canını almaya çalışacağını anlamadan.
İçindeki karakterlerin yaşamları çok etkiledi beni. Kimi dinlesek o haklı. Yazarın dediği gibi "Gerçekten ne çok duvar var. Ne çok aşılması gereken, insanı yoran, yaralayan, bazen de üstüne yıkılan duvar var. Ne çok."
Ve her birimizin duvarı kendine yüksek, kalın ve sert. Hâlbuki ruhlarımız bir o kadar yaralı, ince ve hassas. Ufacık bir rüzgarın darmadağın edebileceği, karşıdan bakınca aşılmaz sanılan, sağlam ördüğümüz duvarlara inat... Bir o kadar da kırılgan...