Platon (Eflatun), Antik Yunan deyince akla gelecek ilk isimlerden. Diğeri de Sokrates. Hocası zaten. Üniversitelerdeki akademinin temelini kendisi atmıştır.
Aristoteles isimli öğrencisi ile birlikte en büyük üç felsefe üstadı olarak kabul görürler. Döneminde yaşayan çoğu önemli isimlerin aksine kendi eserleri günümüze kadar gelebilmiştir. Ortaya önce bir konu
Müzeyyen: Diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti? Ne yapacaktık?
Arif: Sevişirdik.
Müzeyyen: Başka?
Arif: Sabahları beraber uyanırdık. Ben senden önce kalkardım. Senin uyuyuşunu izlerdim, sonra sen uyanırdın. Bana gülümserdin.
Müzeyyen: Sonra?
Arif: Sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum, o ilk şekeri ben atardım çayına, zarifçe eritişini izlerdim.
Müzeyyen: Sonra?
Arif: Sonra, en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum.
Müzeyyen: Güzelmiş.
Arif: Sonra dışarı çıkardık. Dışarda yağmur yağıyor olurdu. Biz şemsiyeyi almazdık. Sırılsıklam olurduk. Sonra sen bana sokulurdun ama saçağın altına hiç girmezdik. Sonra sen üşütürdün. Ayakların buz gibi olurdu. Ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. Sonra bayramları babaannenin mezarını ziyaret etmeye giderdik.
Müzeyyen: Gider miydik gerçekten?
Arif: Hıhı. Giderdik. Hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. Hiçbir şey yapmazdım, gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. Orada öylece ağlayışını izlerdim senin. Başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. Sonra… Sonra hiçbir şey yapmazdık. Öylece otururduk. Çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. Hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.
Genel fikirlerimi paylaşacak olursam açıkçası daha önce çeviri nedeniyle kopukluklar olduğunu düşünüp devam edemediğim bu eseri şu an daha iyi bir çeviriden okumuş olsam da büyük bir haz alamadım.
Bunun nedeni ise kesinlikle “karakter fazlalığı, isim kargaşası” vb. basit önermeler değil elbette.
Biz o karakter yoğunluğu meselesini Savaş ve
Müzeyyen: Diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti? Ne yapacaktık?
Arif: Sevişirdik.
Müzeyyen: Başka?
Arif: Sabahları beraber uyanırdık. Ben senden önce kalkardım. Senin uyuyuşunu izlerdim, sonra sen uyanırdın. Bana gülümserdin.
Müzeyyen: Sonra?
Arif: Sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum, o ilk şekeri ben atardım çayına, zarifçe eritişini izlerdim.
Müzeyyen: Sonra?
Arif: Sonra, en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum.
Müzeyyen: Güzelmiş.
Arif: Sonra dışarı çıkardık. Dışarda yağmur yağıyor olurdu. Biz şemsiyeyi almazdık. Sırılsıklam olurduk. Sonra sen bana sokulurdun ama saçağın altına hiç girmezdik. Sonra sen üşütürdün. Ayakların buz gibi olurdu. Ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. Sonra bayramları babaannenin mezarını ziyaret etmeye giderdik.
Müzeyyen: Gider miydik gerçekten?
Arif: Hıhı. Giderdik. Hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. Hiçbir şey yapmazdım, gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. Orada öylece ağlayışını izlerdim senin. Başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. Sonra… Sonra hiçbir şey yapmazdık. Öylece otururduk. Çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. Hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.
İlhami Algör / Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku