Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi' ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: "Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?" Ne kadar manasız olduğunu anlarsın.
Allahım ... Verdiklerine kimse mani olamaz. Men'ettiklerini de kimse veremez. Senin kaza ettiğin şeyi, kimse reddedemez. Senin hükmünü kimse değiştiremez. Varlıklı olanların
varlıkları da senin katında onlara bir fayda sağlayamaz.
Uluların ulusu, yücelerin yücesi olan ve kıyamet günü
bütün mahlukatını hesaba çekecek olan Rabbimizi,
"Elini uzat bana ve söyleyeceklerimi iyi belle: Allah'a ibadet eder, namazını kılar, malının zekâtını verir, hac ve umre ibadetini yapar ve idarecilere de itaat edersin. Açık ve dobra dobra ol, gizli işler peşinde olma. İnsanlar öğrendiğinde, seni mahcup etmeyecek ve utandırmayacak işleri yap. Duyulduğu zaman utanacağın ve rezil olacağın işlere sakın girme!" dedi.
Allah ı bilen,Allah yaklaşan ,Allah için amel eden Allah a doğru say eden ve nihayet Allah katında olanları keşfeden kalbdir.
Diğer uzuvlar kalbe tabi ve onun hizmetçileridir.
Onlar,kalbin çalıştırdığı alet ve vasıtalardır.
Masivalardan temizlendigi zaman, Allah a yaklaşıp saadete eren ve felah bulan bu kalb olduğu gibi,masivayı içine alıp
Enes b. Mâlik (r.a) şöyle demiştir: “İnsan güzel ahlâkı sayesinde çok ibâdet eden biri olmasa da, cennetin ulvi mertebelerine ulaşır. Buna mukabil çok ibâdet eden biri de kötü ahlâkı sebebiyle cehennemin en altına yuvarlanabilir.”
Namazın akışını etkileyen niyet çok önemlidir, bu nedenle kalp ile yapılması farzdır. Niyet, kul ile Allah (c.c.) arasında bir sözleşmedir ve bu sözleşme ile âdetle ibâdet birbirinden ayrılır ve kişinin sevabı niyeti ile orantılı olur.
Niyet, insanın gaflet uykusundan uyanıp kendine gelmesi, yapacağı işin bilincinde olması ve Allah (c.c.) huzurunda olduğu bilinci ile namaz kılması demektir.
Fakihlerce ibadet adıyla ele alınan çeşitli davranış biçimleri ve özellikle İslâm düşüncesinin kavramları dışında kalan bu sıfat Kur'an'da geçtiği şekliyle araştırıldığında apaçık gerçeklerle yüzyüze gelinir. İbadetin fakihlerce muamelat adı altında mütalaa edilen faliyet ve davranışlardan farklı birşey olmadığı anlaşılır. İnsanın varoluş gayesini oluşturan kulluk kavramının bir yarısını teşkil ettiği ve Allah'ın uluhiyetteki tekliğini ve kulluğun anlamını gerçekleştirdiği için muamelat Kur'an'ın akışı içerisinde ve İslâm nizamının öğretilerinde ibadet ile içiçe ve kompleks bir hâl arzeder.
Bu ayırım zamanla kimilerini; muamelat alanı Allah Teâlâ'nın direktifleri doğrultusunda değil de, O'nun izni olmaksızın kanunlar vazetmeye yeltenen batıl ilahların/tağutların hükümlerine göre düzenlenip dururken, ibadetlerin İslâm ahkamına uygun olarak ifa edilmesi ile müslüman olunabileceği ve müslüman kalınabileceği gibi yanlış zanlara sevketti.
Bu, büyük bir kuruntudur; çünkü İslâmiyet ayrılmaz bir bütündür. Onu böyle iki parçaya ayıranlar vahdet bilincinden uzaklaşmışlar; diğer bir deyişle bu dinden kopmuşlardır.
Bu, insan olması hasebiyle varoluş amacını ve İslâm idealini tahakkuk ettirmek isteyen her müslümanın gönlüne perçinlenmiş bir gerçektir.
— Sen, bizim ilâhlarımız hakkında olur olmaz şeyler söylüyormuşsun! Onları hakîr
görüyormuşsun! Doğru mu bunlar?
Peygamberler Peygamberinin mukaddes dudakları aralandı:
— Sen kaç ilâha tapıyorsun, Husayn?
— Yedisi yerde, biri gökte olarak sekiz ilâha...
— Bir zarara uğrar, bir korku geçirirsen hangisine sığınırsın?.
— Göktekine...
— Ya malın telef olursa hangisine?
— Yine göktekrne...
— Ya şu olursa, bu olursa?
— Göktekine...
Gaye-lnsan ve Ufuk-Peygamber bir ân durup tebessüm buyurdular:
— Husayn, görüyorsun ki. sadece birine sığınıyorsun! Kudreti Bir'de ve O'nda buluyorsun! O
sana, sence hep tek başına imdad ediyor. Ya sen ona ibadet ederken başkalarını nasıl ortak
koşuyorsun? O böyle bir şeye razı olur mu sence?
Ve Husayn'ın bir ân kendisinden geçercesine sarsıldığını ve kendi anlayışı içinde sımsıkı
yakalandığını görerek birdenbire teklif buyurdular:
— Haydi Husayn, İslâmiyete gel de bu saçmalıktan kurtul!