Vakit öğleydi. Kalktım, küçük maltızımı yaktım, yemeği iki kişilik hazırladım. Yemeğimiz "yumurtalı sucuk"tu. Yumurtalı sucuğu ufacık çatallarımızla, aynı kaptan yiyecektik ki, o itiraz etti, başka bir kap istedi. Yemeği yan yarıya böldükten sonra, aynı kapta yemenin sakıncalarını anlatmaya başladı. Bu fena adet yüzünden Orta Anadolu köylerinde iskorpitin nasıl yayıldığından bahsetti. Yemeği yedikten sonra da, "Siz," dedi, "yiyeceği nasıl tedarik ediyorsunuz?"
"Hapishane bakkalından,'' dedim. "Küçük bir defterim var, veresiye alırım, bakkal borcumu bu deftere yazar, ay başında babamdan para gelince... "
Küçük bir cüzdan çıkarırken, sordu:
"Mesela bu yumurtalı sucuğa ne masrafınız oldu?"
"Ne yapacaksınız?" diye sordum.
Gayet ciddi idi:
"Ben de masrafa iştirak etmek istiyorum!"
Cüzdanından sekize katlanmış bir iki buçukluk çıkarmıştı...
Bugünlük misafirim olmasını rica ettim.
"Bütün servetim bu iki buçukluktan ibaret..." dedi. İsterseniz bugünden itibaren ben de sizin defterinizin masraflarına ortak olayım ve aybaşında... "
"Hayhay... "