Cenaze Töreni: Tercüman, Cumhuriyet ve Yeni Asya gazetelerinin 13 Aralık 1975 tarihli sayılarında "Nihal Atsız Bugün Toprağa Veriliyor" başlıklı haberler vardır. Atsız'ın vefatını herkes duymuş, cenazesinin 13 Aralık'ta kaldırılacağını herkes öğrenmiştir. Atsız, Reşide Sançar'a "Kimseye haber vermeyin. Birkaç kişiyle
1943 yılında Atsız yeniden dergi çıkarmaya teşebbüs eder. Atsız Mecmua'nın devamı olacak olan dergi Türk Sazı adını taşıyacaktır. İmtiyaz, Nejdet Sançar'ın eşi Reşide Sançar adına alınmıştır. Bayilerle anlaşmaları yapılan, Tasvir ve Cumhuriyet gazetelerinde ilanları çıkan dergi 15 Mayıs'ta dağıtıma verilmek üzere 14 Mayıs'ta
Nurşin'de bir müddet kaldıktan sonra Hizan'a döndü. Sonra medrese hayatını terkederek pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür:
Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprü sünün başına gidip durmak
ÇATIŞMA
Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
Bu insanlardan hiçbir şey olmaz. Anla artık, bu ülkede tarih kimsenin umurunda değil. Kültür filan, boş işler bunlar.. Sokağa çık da sor bakalım. Tarih deyince sana ne cevap verecekler. Ben söyleyeyim, Altaylardan gelen atalarımız, diyecek, o da dili dönerse... Yiğitlik diyecek, kılıç, at, bayrak. Hepsi bu... Ne atalarının tarihini bilir bunlar, ne de kültürünü... Kültür diye sor mesela, iyice alıklaşırlar karşında. Tamam, kültürü bırak, dini sor, İslamiyet'i... Söyleyecekleri on kelimeyi geçmez. Elhamdülillah Müslümanız, der... Muhammed peygamberimizdir, der. Kur'an kitabımız.... Ya Fatiha'yı doğru dürüst okuyabilen kaç kişi vardır bunların arasında. Fakat aynı insanlar dinlerine laf geldi diye önlerine çıkan herkesi cayır cayır yakarlar.
İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir.
Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli
Deminden beri senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir.
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli
Trikopis, "Beni yaverlerim dahi yalnız bırakarak yanımdan kaçtılar. Ben intihar etmeliydim" deyince, M. Kemal Paşa, İsmet Paşa'ya hitaben, "Kumandanlar yorgundur. Kendilerinin istirahatlarını temin buyurursunuz" deyince ayağa kalktılar. İsmet Paşa ile Yunan kumandanları da ayağa kalkarak Atatürk'ü başlarıyla selamladılar. Atatürk birer birer ellerini sıkarken Trikpois'e, "Bizim misafirlerimizsiniz, her suretle emin ve müsterih olabilirsiniz. Bir arzunuz olursa bize bildiriniz" dedi.
Trikopis İstanbul'da bulunan refikasını (eşini) hayat ve sıhhatinden haberdar etmek istediğini rica etti. Paşa da adreslerinin öğrenilmesini ve bir gün sonra Hilal-i Ahmer (Kızılay) vasıtasıyla ricalarının yerine getirileceğini emir buyurdular.
...Hâlâ üç kuruş maaşla hayatını o müzeye adamayı sürdürecek misin?" diye sordu. Sesimi çıkarmadım. ' Aklını başına topla Leyla,' diye uyardı. 'İstanbul'u Savunma Derneği filan, bunlarla bir şey olmaz. Solcu sevgilin uyuzunu kaşımak için böyle etkinliklere katılabilir.Ama sen mantıklı bir insansın. Benim gibi sen de
Doğu dünyasında yüzyıllar boyunca “şehir” deyince akla gelen ilk ve tek şehir ise, tabii Konstantin şehri olmuş. Bizans’ın başkenti, ayrıca bir isim kullanmaya pek gerek duymadan asırlarca sadece İ Pólis – The Şehir – olarak anılmış. Esas kentin, yani surlarla çevrili tarihi yarımadanın Rumca adı da haliyle “şehiriçi” anlamında stín Póli (εις τήν πóλι’den kısaltma στήν πóλι) olmuş. Londra’nın City’si, Viyana’nın Innenstadt’ı, Antalya’nın Kaleiçi gibi İstanbul (daha doğrusu Stanbol) aslında şehrin değil İç Şehrin adı. Yirminci yüzyıl başına gelinceye kadar zaten kimse Galata ve Üsküdar’a İstanbul demeyi aklına getirmemiş.
Derse başlarken İstanbullu bașçavușa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. Sonra da askerlere sordum:
-Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?
-Elhamdü-l-illâh Müslümanız, diye cevap vereceklerini sanıyordum.
Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi “İmamı âzam dinindeniz” dedi. Kimisi “Hazreti Ali dinindeniz” dedi. Kimisi de hiçbir din tayin edemedi. Arada:
-İslâmız, diyenler de çıktı ama;
-Peygamberiniz kimdir? deyince, onlar da puslayı şaşırdılar.
Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi:
-Peygamberimiz Enver Paşa'dır! dedi.
İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da:
-Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü? deyince iş gene çatallaştı.
Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. Fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.
Peygamberimiz sağdır diyenlere:
- O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur, diye sordum.
Cevaplar tekrar karıştı. Onu Istanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de:
-Peygamberimiz ne kadar zaman evvel öldü? denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar.
Yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, vakit tayin edemiyordu.
Dünya da suçun cezası deliller, âhirette ise meleklerin kayıtları esas alınarak belirlenir. Katiller, zalimler, hırsızlar dünya mahkemelerinde delil yetersizliğinden beraat etseler de kaydını meleklerin aldığı âhiret mahkemesinde kurtulamazlar. Bu yüzden Müslüman, kimsenin tespit edemeyeceği yöntemlerle de olsa kaçak elektrik kullanmaz, mahallenin suyunu saate bağlamadan bahçesine akıtmaz. Müslüman, sürekli delinen yönleriyle beşerî hukuk sistemlerini düşünür ve nefsi kendisine, "hadi elektriğe para ödeme, döşe hattı! kurtul faturadan." deyince Kur'ân ona, ödemediği faturada dul ve yetimin hakkı olduğunu hatırlatır, "Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ateş dolduruyorlar." ayetiyle irkilir ve istiğfar eder. Bu yüzden beşerî hukuk sistemlerine göre idare edilen devletlerin şehirleri yüzlerce polisle korunamazken, Osmanlı koca İstanbul'u birkaç güvenlik görevlisiyle muhafaza ederdi.
Abdülhamit zamanında ortaya çıkmağa başlayan bir Türklük bilinci var. Abdülhamit, çok ilginç bir sentez kurmağa çalışıyor: Türklük bilinci ile İslam medeniyetini kavuşturma fikri. Bunda çok önemli bir adım da atıyor. Türkçeyi, Osmanlı devletinin resmi bildirişme aracı haline getiriyor. Bütün Osmanlı coğrafyasında Türkçe hakim kılınıyor.
Bunu bir vesileyle 1968'de, önceleri Ürdün dışişleri bakanı, o sırada Ürdün'ün Washington büyükelçisi olmuş benden çok yaşlıca bir büyüğümle, Kilyos'tan İstanbul'a gelirken Osmanlı üzerine ettiğimiz sohbetimizde öğrendim.
Ben genel geçer söyleme uygun olarak Osmanlıyı kötülüyordum. Başını kaldırıp ''O Osmanlı dediğin benim devletimdi. Biz onunla yetiştik. Babam uyumadan önce Türkçe okurdu'' deyince "nasıl?" diye sordum. "Basbayağı Türkçe okurdu; babamın ve dedemin dili Türkçeydi. Anadilimiz Arapça, kullanılan genel geçer dilse Türkçeydi. Abdülhamid'in işi bu. Bildiğim tanıdığım bir bayrak vardır, o da al zemin üzerine ay yıldız. Ürdün'ün en üst noktasına gelmiş bir adamım, dışişleri bakanıyım; bana Ürdün bayrağının renklerini sorsan bilmem, kadının iç çamaşırı gibi rengarenktir" dedi.
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa
Galata Kulesi'ne varır
Bir sürü çocukları olur.
İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleıi uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
On dokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli empirmeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsümün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top amerikana hasret sizlere ömür Gülsümlerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsümcük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun
İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boyundan büyük bir demetle Sarıyer’den gelir Pendik’ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan Çingenedir