Doyumsuzum kitaplara karşı... Bu sıralar hiç kitap okuyasım yok aslında. Kendi kitaplarıma baktım belki yüz tane vardır okunacak elimdekiler. Hiçbirisini okuyasım gelmedi. Kardeşimin kitaplığına baktım ve incecik ne zamandır da okumayı düşündüğüm bu kitabı, sabahleyin okumaya karar verdim. Başladım ama akşama kadar okuyamadım. İstek gelmedi çünkü. Akşam elime almamla bitirmem bir oldu.
Hüzünlü ancak bir o kadar da ders verici insanlığa dair...
Hayata hiçbir şeyi bilmeden, görmeden geldiniz. Göremiyorsunuz çünkü kör doğdunuz ve sizle oturup konuşan kimse olmadı. Tam böyle on beş seneden fazla yaşadınız. Sonra birisi sizin elinizden tuttu. Çabaladı sizin için. Öğrenin diye konuşun diye... Bu kişiye hissettiğiniz duyguların aşk olması normal değil midir? Ya da ondan başka bu kadar ilgili olan size karşı kimse yoksa bunun öyle sanılması da normal olamaz mı?
O adamın da sizin bu saf ve sadece iyilikle dolu ruhunuza duyduğu yakınlık aşk olabilir mi ? Ya da öyle sanılıp hayranlık olması... Bunlar mümkün olan ihtimaller benim için. Bu hikaye de ana konu olsa gerek ama benim baz aldığım o değil. Bakalım o halde:
Kitapta geçen bir söz:" İnsanoğlu kötülüğü bilmeseydi ne kadar da mutlu olurdu." Ya ben bu kadar okumamış bazı şeylerin farkında olmamış olsaydım daha az acı çekmez miydim? Ya da biz hepimiz...
Hiç gözlemler misiniz insanları? Ben hep yaparım. Özellikle farklı olanları... Engellileri mesela. Farklı bakarım onlara. Çünkü onların yaşam enerjisi bizlerden daha fazla sanki. Birçoğunun öyle... Buradaki karakter görme engelli olduğu için oradan ilerliyorum ; Her şey hayal dünyasından ibaret... Duydukları, hissettikleri, tattıkları ve kokladıklarıyla, kendi hayallerinde bir dünya oluşturuyorlar. Bizim bile hayallerimiz hep güzelken onlarınki mükemmel olmaz mı? Kötülük nedir bilinmez, tanımıyorlar çünkü. Bundan dolayı da yaşam enerjileri yüksek. Temizler ve tüm insanları da öyle hayal ediyorlar. Herkes iyilikle sanki elele tutuşmuş gibi... Her insan sanki dost... Biz ise onların bu güzel dünyalarını kirleten insanlarız. Biz gören kişiler dünya böyle güzel kalmasın diye, çirkinleşsin diye, göre göre batırıyoruz... Görmek ne kadar da büyük bir şey. Biz sahip olduğumuzdan, hiç elde edememiş kişileri anlayamayız. Kıymetini de anlayamıyoruz; çünkü yokluğunun farkında değiliz... Görmeyenler görsün diye uğraşıp aslında onları hapishanelerinden kurtarmak niyeti ile girişimler yaparken, gördükleri zaman aslında daha büyük bir zindana kapatıyoruz sanki...
İyiki okudum dediğim ve dilinin sadeliği ile küçük yaşlarda da okunabilecek olan bu kitabın da kapağını kapatıyorum. Tabiki de bununla: https://youtu.be/dbfa86bTD34
Nobel ödüllü yazar Andre Gide'nin okuduğum ilk kitabı olan Pastoral Senfoni, yazarın diğer eserlerinide okuyacağımı garanti altına aldı diyebilirim...
Hindistan yapımı Black(2005) filmini izlemeyen varsa, bu kitabı okumadan önce izlemesini tavsiye ederim... Filmde, hem görmeyen hem duymayan, hiç bir eğitim alamadığı için yabanileşen bir kız çocuğuna, öğrenmeyi öğreten, azimli bir öğretmenin hikayesi vardı. Böyle bir eğitimin zorluğu hakkında empati yapabileceğiniz güzel bir film...
Hikayemize gelirsek; idealist bir köy papazı, bir başka köye cenazeye gidiyor ve gittiği evde kimsesiz kalmış görme engelli bir kız buluyor. İlginç olan, bu kız, işitme engelli olan teyzesinin yanında büyüdüğü için, konuşmayı bilmiyor, en basit öğrenmelerden dahi mahrum kalıyor. Papaz, kızı evine getiriyor ve kendini, kızın eğitimine adıyor... O günden sonra, ailenin, papazın ve kızın hayatındaki değişiklikler trajik hale geliyor...
Göremeyen bir insana, renklerin açıklığını, koyuluğunu nasıl anlatabilirsiniz ki, bunu anlatmak için müzikten faydalanabileceğiniz hiç aklınızın ucundan geçermi? Ve iletişim kurmak için bir kelime dahi bilmeyen bir görme engelliye, onunla iletişim kurmak istediğinizi nasıl anlatabilirsiniz? Tüm engelleri aşıp, bu insana, ihtiyacı olan herşeyi öğretmenin zorluğunu biraz düşünün lütfen...
Daha iyi ifade edemediğim için kitabın arka kapağından bir alıntı yapmak istedim. "Pastoral Senfoni, otobiyografik özellikler taşıyan, görülen ve görülmek istenen dünya arasında kalmış, okurun zihninde yeni anlamlar kazanacak bir ruh okuması."
Pastoral Senfoni.. Pastoral hem kırsal yaşamı, hem 'pasteur' - din görevlisini çağrıştırarak dini yönü ağır basan bir hikaye olacağını hissettiriyor. Ayrıca Beethoven'ın Pastoral Senfoni adlı eseri de kör kızımızın renkleri tanımasında bir senfonideki çalgıların örnek gösterilerek anlatılmasına vesile oluyor.
Bu kitabı ilk ortaokul sekizinci sınıfta Türkçe öğretmenimin tavsiyesiyle okumuştum. Babamla beraber çok kitapçı gezmiş, zor bulmuştuk. Oysa ki Nobel almış bir kitaptı. Sonra o kitap ev değiştirince kayboldu gitti, diğer bir çok kitabım gibi. O yıllarımın güzel anılarını hatırlamak belki, ya da giden kitaplarımın acısını hafifletmek için tekrar aldım ve kısa sürede okudum.
Kör bir kızın bakımını üstlenen Papaz Efendi ile bu kız arasındaki ince çizgide yaşanan aşkı okuyun. Olmaması gereken bir aşk. 'Eğer kör olsaydınız, hiç günahınız olmazdı' Peki ya görürse? Spoiler vermeyeceğim.
Kitabın son cümlesi ile veda ediyorum sizlere: "Ağlamak isterdim. Yazık ki kalbimi bir çölden daha çorak hissediyordum."
-Kitabın konusu hakkında ipucu içerir- Hakkında onca övgü dolu bir yorum okuduktan sonra okumaya karar verip, okumaya başlayınca hayal kırıklığına uğradığım bir kitap daha.
Andre Gide nobel edebiyat ödüllü bir yazar ve Pastoral Senfoni otobiyografik izler taşıyormuş. Ayni zamanda kitabın ismi Beethoven'ın eseri Pastoral Senfoni'ye de gönderme yapıyor.
Kitapta görme engelli bir kız ve papazın yolunun kesişmesiyle başlayan olaylari okuyoruz. Sonunu başından tahmin edebileceğiniz ve beni okurken başından sonuna kadar rahatsız eden bir kitap oldu.
Din, inanç, iyilik ve yardım severlik kavramlarını dilinden düşürmeyen, ama anlattıklarıyla yaptıkları çelişen papaz ile okuyucuyu etkilemeye çalışsa da benim açımdan tutulacak yanı yok kitabın.
Evet karakterlerden birinin görme engelli olması ve diğerinin din görevlisi olması hiçbir şeyi değiştirmez. Hatta keşke farklı karakterler seçilseydi de, bu ne biçim din adamı, ne biçim iyilik, bu nasıl masumiyet dedirtmeseydi. Ayrıca kızın engelli oluşu sebebiyle yaptıklarını asla hoş göremeyeceğim. Sebep olacaklarını biliyor muydu, biliyordu. Bitti.
Kurgunun ötesinde bir değerlendirme yapmak gerekirse, hiçbir karakter derinlestirilmemisti, yaşananlar fazlaca yüzeysel anlatılmıştı yani teknik olarak da başarılı değildi kitap.
1947 yılı nobel ödülü sahibi Andre Gide'nin okuduğum dördüncü kitabı.bundan öncekiler gibi bu da harika. Hatta onları da aşarak neredeyse doruklara kadar çıkan bir hikaye.Aynı, kitaptaki öykü gibi, saf,temiz ve akıcı bir anlatım.Dram ve duygusallığın baştan itibaren süregeldiği, özellikle de sonlara doğru ve finalde deyim yerindeyse tavan yaptığı muhteşem bir kitap.kitapta,Alplerde yaşayan bir köy papazının,bir cenaze için gittiği bir evde bulduğu gözleri görmeyen,konuşamayan ve kimsesi olmayan zavallı bir kız çocuğunu orada bırakmayıp,himaye etmek için kendi evine getirmesi ve sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor.bu arada katoliklik ve protestanlık arasındaki farklardan da yeri geldikçe bahsediliyor.kitap kısa olması ve ayrıca da akıcılığı sebebiyle bir çırpıda okunup bitiriliyor.okunması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum ve de okunmasını tavsiye ediyorum.
Andre Gide novella janrında yazdığı əsərləri ilə həyata, insanlara, onların daxili aləminə özünəməxsus bir səyahət yaradır. Gide’nin bu əsəri ilk baxışdan dini inancların əksinə, Tanrını sorğulayan bir əsər kimi görünsə də, əslində bundan daha artığıdır. Yazar bir rahibin gənc və kor qıza şəfqətlə başlayan, günü gündən isə daha da böyüyən və sevgiylə əhatə olunan duyğularının fonunda insanlığı, inancı, sevgini, qorxunu, günahı, qadın-kişi münasibətini, din və ailə bağlarını nəzərdən keçirir. Səhifə sayı az olmasına baxmayaraq son dərəcə dərin, düşündürücü və oxumağa dəyər əsərdir.
Masumiyet, iyilik, sevgi duygularının kalbinize akacağı bi kitaptır.Bir yandan papaz efendi ile kör bir kızın aşkına tanık olurken, diğer yandan sorgulamalar içinde bulursunuz kendinizi. Aşk nedir, sınırları var mıdır, günah mıdır sorusunu bile sordurur işte şu küçücük kitap. Katolik ve Protestan bakış açılarının kıyasını da göreceksiniz. Küçük, dopdolu, iz bırakan bir kitaptır, kalbii okumalar dilerim :)
"Eğer kör olsaydınız, hiç günahınız olmayacaktı," demiş Hz. İsa İncil'de. Eğer kör olsaydık gerçekten günahsız mı olurduk yoksa yaptığımızın ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve insanların yüzünde ne gibi bir keder ve hüzün yarattığını göremediğimiz için aslında yaptığımızın günah olduğundan bi haber mi olurduk.
Bir de yaptığımız günahtan bi haber olmak için illa ki kör mü olmak gerekir. Mesela fütursuzca tüketmemiz ve bunların yeniden üretilebilmesi için dünyanın kaynaklarını hiç bitmeyecekmiş gibi kullanmamız. Dünyada milyarlarca tür varken onların haklarını çalıp sadece kendimiz için yaşamamız ve ortaya çıkan atıklarla okyanusları kirletmemiz. Hatta neden olduğumuz israfla dünyanın hiç bilmediğimiz bir noktasında, tanımadığımız bir çocuğun açlıktan ölmesi. Ve bizim bütün bunlara yakından şahit olmadığımız için kendimizi bu işten mesul tutmamamız, bu günaha ortak olduğumuz farketmememiz.
İşte kitap beni bu sorunsalı düşünmeye teşvik etti. Sadece 94 sayfalık bir roman daha nice konular konusunda zihnimde kapılar araladı.
Klasikten biraz daha klişe bir kitap.Her yanı yaşilçam kokuyor.Normal bir türk filminden farkları ve benzerlikleri var.
Benzer 1.Kör ve fakir bir kız Benzer 2.Klişe bir başarı öyküsü Benzer 3.Aynı kıza aşık oğul ve baba Benzer 4.Ameliyat ile açılan gözler
Fark 1.Kitap mutsuz son ile bitiyor Fark 2.Kız ölüyor Fark 3.Baba ve oğul birbirine düşmüyor
Kitabın kabuğu bunlardan oluşuyor gelelim kuru fasulyenin faydalarına şimdi...
Pastoral Senfoni" bir papazın bakımını üstlendiği çocuğa karşı beslediği aşk duygularını şeytana uyma olarak nitelendirir ve bu arzuya karşı koyma duygusunu dile getirir.Kitabın dili gayet açık ve akıcı çok betimleme yapılmamış ve bu da okurun kitabı alıp bir solukta bitirmesini sağlıyor(iki solukta okudum been(: ...)
Kitap Nobel ödüllü ve 1952'de Katolik kilisesi tarafından yasaklanmış. Kitabın adına gelecek olursak Yazarın Beethoven'in Pastoral Senfoni eserinden etkilenmiş olduğu fikri bana cazip geliyor ki kitapta eserden bahsedilmiş....
Çocukluktan beri yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapmaktan, sadece etrafımızdakiler "bu işi yapamaz" dediği için, kim bilir kaç kere vazgeçmişizdir...