Stefan Zweig'in birbirinden güzel biyografilerini büyük bir hayranlıkla okumuştum. Kurgu eserlerinden ise sadece Bir Kadının Yaşamından 24 Saat kitabını. Arka arkaya iki novellasını okudum. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve Satranç. Bu kısacık metinlerde hem yaşanılan zamanın şiddetini, hiddetini, ruhunu iliklerinizde hissediyorsunuz hem de bunun kahramanlarda bıraktığı derin izleri, yansımaları. İlk kitap, aşkı bir ayin, bir tapınma, bir kurban verme töreni gibi yaşayan bir kadının hikâyesi. Sunakta kendi bedeni, kendi hayatı var ve kurbanlığıyla aşkını ölümsüzleştiriyor. Satranç ise Zweig'ın intiharından önce tamamladığı son kitap. Çevirmen Kıvanç Kocak'ın önsözde vurguladığı gibi otobiyografik bir yanı da var. Tutsaklıkta, tutkuyla bir kitaba "tutunma"
hikâyesini müthiş bir duygudaşlıkla okudum. Satranç bilmediğimden onunla ilgili göndermeleri yakalayamadım. "Aklın en büyük yenilgisi ve barbarlığın en vahşi galibiyetine tanık olup" kendi hayatına son vermeyi seçen yazarın yaşadığı dünyayı satranç oynayan iki erkek üzerinden bu kadar kısa bir metinde, bu kadar güçlü ifade etmesi hayranlık uyandırıcıydı. Boşuna "klasik" olmuyor bazı kitaplar.