"Tanrı'ya inanır mısınız doktor?"
Bu soru da doğallıkla sorulmuştu. Ama bu kez Rieux duraksadı.
"Hayır, ama ne demek bu? Bir gecenin içindeyim ve aydınlığı görmek istiyorum. Ben bu düşünceyi özgün bulmaktan vazgeçeli çok oluyor."
"Sizi Paneloux'dan ayıran bu değil mi?"
"Sanmıyorum. Paneloux bir incelemeci. Yeterince ölüm görmemiş ve bu nedenle bir gerçek adına konuşuyor. Çevre kilisesine bağlı dindarları yöneten ve ölen bir insanın son nefesini duyan en basit bir köy papazı bile benim gibi düşünür. Sefaletin ne etkin bir şey olduğunu kanıtlamaya girişmeden önce onu iyileştirmeye çalışır."
GECE yarısı New York'tan kalkıp Buenos Aires'e gidecek olan büyük,
buharlı yolcu vapurunda, hareketten önceki son saatin olağan
mesguliyeti ve hareketliliği hüküm sürüyordu. Limanda bulunan
misafirler, arkadaslarıı yolcu etmek için itisip kakısyor, sapkaları
başlarından kaymıș telgrafçı çocuklar, yolcuların bulunduğu salona
doğru
En büyük başarı, nefreti bütün bir ulusun yüreğine sokmak olmalıydı. Mavi gözlü, sarışın adamlarda, kara saçlı benzerlerine karşı nefret uyandıran kişinin sağlayacağı üstünlük ne kadar da büyüktü.
Almanlar'ın inanılmaz başarısının nedenlerini anlıyordum. Çok eski çağlarda bile, Almanlar'ın savaş tohumlan ekmekten zevk aldıklarını, köy papazı köylülere anlatmamış mıydı?
"Tanrı'ya inanır mısınız doktor?"
Bu soru da doğallıkla sorulmuştu. Bu kez Rieux du raksadı.
"Hayır, ama ne anlama gelir bu? Bir gecenin içinde yaşıyorum ve aydınlığı görmek istiyorum. Bu düşünceyi orijinal bulmaktan vazgeçeli çok oluyor."
"Sizi Paneloux'dan ayıran bu değil mi?"
"Sanmıyorum. Paneloux okuyan bir insan. Yeterince ölüm görmemiş, bu nedenle de bir hakikat adına konuşuyor. Kilise cemaatine bağlı dindarları yöneten ve ölmekte olan insanın son nefesini duymuş en basit bir köy papazı bile benim gibi düşünür. Sefaletin yüceliğini göstermektense, onu iyileştirmeye çalışırdı."
ölen bir insanın son nefesini duyan en basit bir köy papazı bile benim gibi düşünür. Sefaletin ne yetkin bir şey olduğunu kanıtlamaya girişmeden önce, onu iyileştirmeye çalışır.
Elli yaşına kadar sakin bir köy papazı olarak hayatını sürdüren Miguel Hidalgo, günün birinde Dolores Kilisesi'nin çanlarırı var gücüyle çalarak yerlileri özgürlükleri için çarpışmaya çağırdı: "Üç asır önce atalarınızdan
çalman toprakları iğrenç İspanyollardan geri almaya cesaretiniz var mı?"
Papazı uzak bir köye atadılar.
Gitti baktı, kimsenin kiliseye gelip gittiği yok...
Her taraf kir pas içinde.
Kolları sıvadı, kiliseyi boyadı, çanı parlattı, bayrak astı, insanları ibadete davet etti, her şey yoluna girdi…
Tek sorun vardı:
Karga…
Bir karga gelip çana konup çişini yapıyor, bayrağa konup kirletiyor, haça konup konup berbat
Başında bulunduğum Tetkik-i Mezalim Şubesi’nde Yakup Kadri, Yusuf Akçura, bir mülâzım, bir de bir fotoğrafçı hizmete memur edilmişlerdi. Mülâzımla fotoğrafçı en uzak yerlere giderek resim çeker, bana, harap edilmiş köyler hakkında rapor verirlerdi. Birkaç gün sonra, benim de tetkike şahsen katılmam gerektiğini hissettim. Çünkü, Yunanlıların bu köylerdeki hareketleri aklını kaçırmış insanların hareketleri gibiydi. Mülâzımdan ve gelenlerden işittiğime göre, Yunanlıların Anadolu kadınlarına muameleleri, bütün vahşet ölçüsünü aşmış gibiydi. O zaman benim şefim olan Binbaşı Tahsin Bey’e (aile babası ve çok ahlâk sahibi bir adamdı) Yunanlılar tarafından kirletilmiş kadınların isimlerini raporlara geçirmememizi teklif ettim. Kabul etti. Ne kadar zaman kül olmuş köy evlerinin harabeleri üzerinde oturarak itiraflar dinledim. Hiçbir Katolik papazı, insanın içindeki ebedî ve vahşî hayvan hakkında bu kadar içten itiraflar dinlememiştir.
Eğitim, eğitim, eğitim. Hele kızları yüzde yüz okutmak ve onlara kadınlık şerefini öğretmek! Eğitimciyi en sıkıntılı proletarya Sınıfı olmaktan kurtarmak. Din adamına hiç olmazsa bir Rum köy papazı eğitimi vermek.
Ve utanmak!
Trende karşımda oturan, yanında taşıdığı büyük şarap şişesini ikide bir kafasına diken, kıpkırmızı yüzlü, tombalak köy papazı da öyle sevimliydi ki, ona da hiç kızmadım. Oysa herif, Müslüman olduğum için, cehennemde cayır cayır nasıl yanacağımı, bozuk Fransızcasıyla anlatıp duruyor; ikide birde, “gencecik şirin bir kızsın, yazık değil mi sana? Hadi, bir an önce Hıristiyan ol” diyordu. Ben de ona, boyuna şarap içtiği için, Müslümanlara göre asıl onun cehennemde yanacağını ve benden daha yağlı ve alkolle tıka basa dolu olduğundan daha da cayır cayır yanacağını söylüyordum.
Aynı benim gibi yurtiçinde dinsiz, yurtdışında müslümanKitabı okudu
“3 asır önce, tam olarak 1766 yılında yazılmış bir eserde ne bulabilirim acaba?” diye korkuyla açtım kitabın kapağını. Beklentimden çok daha başarılı ve eğlenceli bulduğum bir okuma deneyimi oldu.
Anglikan kilisesine bağlı bir papaz ve ailesinin çevresinde geçen olayları konu alıyor roman. 6 çocuğu ve karısı ile birlikte küçük bir köyde papazlık
Bir köy papazı vardı, cemaatini, ikinci gelişin pek yakın olduğunu -İsa'nın gelişinin- söyleyerek korkutuyordu, ama papazın bahçesinde ağaç diktiğini görünce, halkın içi bayağı rahatlamıştı.