Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"Bu acımasızlıklar ger­çekte acımasızlık değildir. Ortaçağ'ın bir insanı bizim bugünkü yaşam üslubumuzu bambaşka açıdan değerlendirir, tümüyle acımasız, dehşet verici ve barbarca görüp aşağılardı! Her çağ, her uygarlık, her gelenek ve görenek kendine özgü bir üslubu içerir, kendisine yaraşır incelikleri ve sertlikleri, güzellikleri ve acımasızlıkları barındırır kendisinde, kimi acıları pek doğal karşılar, kimi kötülükleri sabırla sineye çeker. Ne zaman ki iki çağ, iki uygarlık ve iki din birbiriyle kesişirse, işte o zaman in­san yaşamı gerçek bir acıya, gerçek bir cehenneme dönüşür. Ortaçağ'da yaşayacak antik dünyanın insanı havasızlıktan içler acısı bir şekilde boğulup giderdi, bizim uygarlık ortamında bir ilkelin havasızlıktan boğulup gideceği gibi tıpkı. Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üs­lubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çı­kıp gider elden. Kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz. Nietzsche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok daha fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onun tek başına, hiç anlaşılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta."
Latin Ortaçağ düşüncesinin en büyük kaynaklarından biri olduğu kuşkusuz olan İbn Sina'nın (980- 1037) felsefi eseri, daha Aristoteles'in eserinin bütünü Batı'da bilin­mezken Batı'ya girmişti. Batı'yı felsefeyle ilk tanıştıran da odur. Tıp Kanunu bir yana, İbn Sina'nın Ortaçağ'da oku­ nan temel metni felsefi ansiklopedisidir: Şifa Kitabı.
Sayfa 21
Reklam
Hıristiyanlık'ta Şehitlik
edilemeyeceği anlamına geliyordu. İsa’nın akımındaki bir başka büyük değişim doğrudan İsa’nın infazından doğmuştu. İsa’nın müritleri kültlerinin kurucusunun örneğini izlemek istediklerinden Hıristiyanlık bir ölüm kültü haline geldi. Böylece Hıristiyan şehidi çağına girdik. Bu, yeni bir sapmaydı. Yahudilerin, Daniel Kitabı’nın yazıldığı dönemde
10/10 puan verdi
·
Beğendi
''Yazdıkların şiir değilse kalsın” … “Aklınla yapayalnız baş başa Nice alevli geceler geçtin” … “Sen sevgileri göğüsle ve ne olur anla” Cahit Zarifoğlu Şair Cahit Zarifoğlu ile yaşamları boyunca yolları uzun kesişenlerin kendilerini bahtlı saymaları için çok esaslı nedenler var. Eğer bu kişiler, şiirin bir Müslüman için yirminci
Şiirler
ŞiirlerCahit Zarifoğlu · Beyan Yayınları · 20213,978 okunma
IX. YY.
Akdeniz'in İslamiyet tarafından kapatılması ile Karolenj­lerin sahneye çıkışının aynı zamanda oluşu, kuşkusuz salt bir rastlantı değildir.
I-ıh en çok araplara parlıyor
her biri kendi dilinde Tanrı’ya övgüler düzen çok sayıda halk biliyoruz. Kuşkusuz bunlar bellidir: Erme­niler, Persler, Abazalar, lberyalılar, Soğdlar, Gotlar, Avarlar, Türkler, Hazarlar, Araplar, Mısırlılar ve pek çok başkaları.... Tanrı'nın rahmeti hepsinin üzerine eşit düşmüyor mu? Ve gü­neş de hepsinin üzerinde parlamıyor mu?
Sayfa 192Kitabı okudu
Reklam
Demokrasinin toplumsal temelini oluşturmak için, ağalığın, beyliğin, şeyhliğin toplumsal-ekonomik temellerinin temizlenmesi de kuşkusuz Kemalist Devrim'in gündemine geldi. Güneydoğu ve Doğu bölgesindeki etnik ve gerici kalkışmaların bastırılması, bir yönüyle Ortaçağ ilişkilerinin tasfiyesiydi. Devrim Yasaları diye anılan yasalar yanında, 1934 yılındaki İskan Kanunu, 1935 yılındaki Vakıflar Kanunu, 1935 sonlarındaki Tunceli Kanunları, toprak ağalığına ve aşiret ilişkilerine karşı düzenlemelerdi. 9-16 Mayıs 1935 tarihleri arasında toplanan CHP 4. Büyük Kurultayı'nda toprak dağıtımı CHP Programına alındı. 13 Şubat 1937 tarihli Anayasa değişikliğiyle ağa topraklarının istimlak bedeli özel kanuna bağlandı.
249 syf.
·
Puan vermedi
·
20 günde okudu
Thomas More 1516 yılında döneminden beklenmeyecek bir öngörüyle bu kıymetli kitabı yazmış. İsmini "Utopia" yani olmayan yer koymuş. Yazarımız başka yerlerde de bu tarz hicvlere başvurmuş; denizci Raphael Hythloday' ın ikinci ismi "geveze, boş konuşan"; Utopia' yı ikiye böldüğü söylenen nehrin ismi olan Anyder
Utopia
UtopiaThomas More · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202020,3bin okunma
Enteresan!!!
Hıristiyanlık bir imparatorluğun ideolojisi olarak ortaya çıkmadı. Bu dinin varsayılan kurucusu Nasıralı İsa hakkında gerçekte hiçbir şey bilinmiyor. Onun efsanevi değil de gerçek bir tarihsel figür olduğuna dair herhangi bir kesin kanıt da yok. Hıristiyanların Yeni Ahit'inde bu kanıt kuşkusuz bulunamaz. Yeni Ahit İsa'nın, Augustus zamanında bir nüfus sayımı için ailesinin gittiği Roma eyaleti Judaea'nın (Yahudiye) Beytlehem şehrinde doğduğunu iddia eder. Ancak belirtilen dönemde Yahudiye'de bir nüfus sayımı olmadığı gibi, o dönemde Yahudiye bir Roma eyaleti de değildi. MS 7'de bir nüfus sayımı yapıldığında hiç kimsenin ikametgahını değiştirmesi gerekmiyordu. Benzer bir şekilde, Yeni Ahit, İsa'nın doğumunu Kral Herod'un (Hirodes) MÖ 4 yılındaki ölümü ile tespit eder. Zamanın Roma ve Yunan yazarları İsa'dan hiç söz etmezler; Romalı Yahudi bir yazar Josephus'un kurduğu farazî ilgi neredeyse kesin olarak Ortaçağ'daki keşişlerin hayal güçlerinin bir ürünüdür. MS yaklaşık 100'de Tacitus'un yazdığı Hıristiyanlardan söz eden ilk belgede, İsa'dan ismen söz edilmez ama mesih olduğu varsayılan kişi için Yunanca hristos sözcüğü kullanılır.
Ortaçağ'ın bir insanı bizim bugünkü yaşam üslubumuzu bambaşka açıdan değerlendirir, tümüyle acımasız, dehşet verici ve barbarca görüp aşağılardı! Her çağ, her uygarlık, her gelenek ve görenek kendine özgü bir üslubu içerir, kendisine yaraşır incelikleri ve sertlikleri, güzellikleri ve acımasızlıkları barındırır kendisinde, kimi acıları pek doğal karşılar, kimi kötülükleri sabırla sineye çeker. Ne zaman ki iki çağ, iki uygarlık ve iki din birbiriyle kesişirse, işte o zaman insan yaşamı gerçek bir acıya, gerçek bir cehenneme dönüşür. Ortaçağ'da yaşayacak antik dünyanın insanı havasızlıktan içler acısı bir şekilde boğulup giderdi, bizim uygarlık ortamında bir ilkelin havasızlıktan boğulup gideceği gibi tıpkı. Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu ara- sında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden. Kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz.
Reklam
_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye. _İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda
Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler İnsanların Cehennem'in gerçekten var olduğuna inandıkları Ortaçağ'da ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı vardı kuşkusuz. Gene de onlardaki bu cehennem kavramı -yanıkların verdiği acıdan olduğu ölçüde- ateşi her şeyi yutan, kül eden birşey olarak görmelerinden doğmuştur.
Evet, on altıncı yüzyılda Fransa'da en üstün güç olarak akıl tarafından yönetilen bir hayat anlayışı yeniden ileri sürülmüştü. Montaigne bunu bireysel hayata, Bodin ulusların hayatına uygulamış, De l'Hôpital de siyasette uygulamıştı. Yazılarındaki bazı kuşkucu bölümlere karşın, bu düşünürlerin çalışmaları, dinin yerine en yüksek zihinsel otorite olarak aklın geçirilmesine katkıda bulunmuştu. Ancak o tarihte akıl yeni bir yananlam daha kazandı, en gelişmiş anlatımını Fransız edebiyatında bulan ve günlük dilde bugün de bir ölçüde sürüp giden bir yananlam: akıl, uzlaşmacı bir tutum anlamında da kullanılmaya başlandı. Ortaçağ kilisesinin gücünü yitirmesiyle birlikte karşıt siyasal eğilimlerin çatışma alanı haline gelmiş olan dinsel farklılıklar çok ciddiye alınmaz oldu; hiçbir inanç ya da ideoloji, ölüm pahasına savunulacak kadar değerli görünmüyordu artık. Bu akıl kavramı kuşkusuz dinsel doğru kavramından daha insancaydı, ama aynı zamanda daha zayıf, egemen çıkarlarca daha kolay çekip çevrilebilen, varolan gerçekliğe daha kolay uyarlanabilen bir kavramdı ve bu yüzden de daha başından beri “akıldışı" olana teslim olma tehlikesine açıktı.
Her çağ, her uygarlık, her gelenek ve görenek kendine özgü bir üslubu içerir, kendisine yaraşır incelikleri ve sertlikleri, güzellikleri ve acımasızlıkları barındırır kendisinde, kimi acıları pek doğal karşılar, kimi kötülükleri sabırla sineye çeker. Ne zaman ki iki çağ, iki uygarlık ve iki din birbirleriyle kesişirse, işte o zaman insan yaşamı gerçek bir acıya, gerçek bir cehenneme dönüşür. Ortaçağ 'da yaşayacak antik dünyanın insanı havasızlıktan boğulup gideceği gibi tıpkı. Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden. Kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz. Nietzche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok daha fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onun tek başına, hiç anlaşılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta.
Sayfa 23 - YKY(e-kitap)Kitabı okudu
245 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.