Bu kez dünya edebiyatının zirvesinde gezinen romanlardan birini öneriyorum.
Romanın oldukça ayrıntılı bir anlatım var. Konudan ziyade anlatım ön plana çıkıyor. Romanı okurken çok muhabbetli bir arkadaşınızın ya da ağzından bal damlayan bir arkadaşınızın, size bitmek bilmez hikayeler anlattığını düşündüm. Ama konuyu tam kavrayamadan.
Konusuna gelince, iki kızkardeş çocukluklarında ebeveynlerini kaybederek travma yaşıyorlar. Akrabalarının ellerinde büyüyorlar. Büyürken biri olağanüstülüğü düşlerken diğeri gerçekçiliği seçiyor. Yazarın ise olağanüstünün yanında yer aldığını görüyoruz.
Romanda sürekli kardan kadın heykeli yapılıyor. Işıl ve karanlık, göl ve su, yokluk ve varlık işleniyor. Göl, hem hayata hem de ölüme işaret ettiği söylenebilir.
Konular doğrudan verilmiyor, okuyucunun yorumuna bırakıyor.
Yazar, bu romanla kadın edebiyatının nasıl olmalı sorusuna cevap veriyor sanki.
Romanın kahramanı kahraman olmayı değil, ölümü öneriyor denebilir. Yazar yok oluşa ses kazandırıyor denebilir.
Modern zamanlar öncesi insan kendini toplumsal bir varlık olarak görüyordu. Modern zamanlarda ise insana bireysel bir varlık olması öneriliyor. İnsanlar bireysel olma eğilimindeler. Romanda ise, “toplumsal bir varlık olmazsan, çözülürsün ve yok olursun gibi bir mesaj veriyor denebilir.
Romanda kritik sayfalar: 56, 88, 134, 137, 156.
Bu arada, kitap kapağı son zamanlarda gördüğüm en güzel kitap kapağı.
Bir süredir inceleme yazmıyordum. Bunun sosyal, siyasal ve ekonomik sebeplerine girmeden önce inceleme yazmak isteyen fakat eli bir türlü kaleme gitmeyen birini düşledim. Kitap okuma ve inceleme amacıyla bir araya gelen bir toplulukta neden eskisi kadar inceleme yazılmadığını, içerikten görselliğe doğru gidişi ve rüzgârın nereden estiğini anlamaya
Modern zamanlar tahammül duygusunu da alıp götürdü. Şimdi ızdırabı ya başa çıkmamız gereken bir stres durumu ya da ”iyileştirilmesi” gereken bir hastalık olarak algılıyoruz.
UZAYLI KOCAKARI
(Ursula K. Le Guin - 1976)
Menapoz, akla gelebilecek en cazibesiz konu herhalde; bu da ilginç, çünkü menopoz hâlâ bir tür tabu kırıntısına sahip olan pek az konudan biri. Menopozdan ciddi bir biçimde söz etmek, genellikle huzursuz bir sessizlikle karşılanır; alaycı bir atıf ise rahatlamış kıkırdamalarla. Sessizlik ve kıkırdama;
Faruk Duman’la 2021’in o unutulmaz yazında “Sus Barbatus!” nehir romanıyla tanışmıştım. Çok daha evvelinden ismini duyduğum bu modern yazarımızın “Sus Barbatus!”larını (üç cilt) üst üste okumuş ve o zamanlar bu roman serisi için “21. Yüzyıl destanı” tanımlaması yapmıştım. Özellikle Yaşar Kemal’i çağrıştıran gövdeli bir üslubun yazarın özgün
Bozkır-göçebe toplulukları daha iyi anlamama bu kitap yardımcı oldu. Bu toplulukların günümüzde hangi etnisitelere karşılık geldiklerini kesin olarak tespit etmek zor ve hassas bir konu olsa da, bu gibi hususlar, bilimsel çalışmalarla ele alınmaya elbette müsait.
Bozkır-göçebe topluluklar (örneğin Orta Asya’daki Türkler), yerleşik medeniyetler
Alacakaranlık (Birinci Kitap) Dünyanın en sevilen modern vampirlerini tanımayanınız yoktur. Ya da şöyle bir giriş yapalım: Söz konusu, bir vampir ile bir insanın aşkı olunca bu kimin ilgisini çekmez ki? Alacakaranlık roman serisi, fantastik olduğu kadar romantizmin tüm derinliğini taşıyan hikayesiyle yazıldığı günden bu yana adından söz ettirmeye
Hasan Rıza Soyak, içkiyi azaltması için onu zorlayınca Atatürk şöyle yanıtlayacaktı:
Fakat ne yapayım içmeye mecburum; kafam beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor. Zaman zaman onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum. Harbiye ve Erkânıharbiye mekteplerinde iken sabahları beni genellikle koğuş arkadaşlarım uyandırırdı. Çünkü akşam zihnim bir meseleye takılırdı, onu düşüne düşüne kafam şişer, uykum kaçardı. Bütün gece yatağın içinde dönüp dururdum; ancak sabah karşı yorgun ve bitkin bir şekilde uyuya kalırdım ve tabii kalk borusunu duymazdım...İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum.
O zamanlar, Avrupa ve Ortadoğu arasında "medeniyetler çatışması"nın kaçınılmazlığının hiç bahsi geçmiyordu. Bu durum bazıları için 1920'de emperyal güçler tarafından imparatorluğa dayatılan savaş sonrası antlaşmayla doğan hayal kırıklığı sonucu ortaya çıkacaktı. Ancak imparatorluğun zayıfladığı yıllarda, birçok tartışma Avrupa'nın tanımladığı modernitenin Ortadoğu toplumlarına nasıl tanıtılacağına yoğunlaşmıştı.
İster Avrupa ister Ortadoğu bağlamında olsun, modernite tanımlanması zor bir kavramdır. Modern olmak istatistiksel veriyle ölçülebilir mi? Eğer öyleyse, hangi veriler önemlidir? Ya da modernite sadece bir ruh hali midir? 20. yüzyılın bitiminde, Arap yazarların "modern" düşünceyi ifade etmek için seçtikleri iki kelime hadis ve asri idi. Her iki terim de, şu anda, "şimdi"de olan anlamını taşıyorlar ve bu nedenle de yazarların bu terimlerle tam olarak ne ifade ettiklerini anlamamıza ciddi anlamda katkıda bulunmuyorlar. Modernitenin Ortadoğu'daki savunucuları onu geçmişle bir kopma olarak anladılar. Öte yandan, geçmişin hangi kısmı gözden çıkartılabileceği ve geçirgen modernliğin devamlılığı- na uyması için nelerin güncellendiği gibi meseleler yazılı medyada süregelen tartışma konularıydı. Tüm miras alınmış gelenekleri atılması gereken safralar olarak gören birkaç radikal de vardı ama çoğu böyle değildi. Bilakis, entelektüellerin çoğu geleneğin ahlakının geleceğin bilimsellik kisvesine bürüneceği bir uzlaşmayı amaçladılar. Modern çağ hakkında, yazılanların çoğunun amaçladığı şey, büyük bir sosyal veya siyasi devrimdense, Arap toplumunun dönüşümüydü.
....
Gelin Birazda Düşünelim: KÖLELİK
Kölelik en genel tanımıyla, bir başka insanın “metası” olmaktır.
Yani kişisel bir özgürlük ya da söz hakkı sadece sahibi tarafından belirlenmesi ve insandan ziyade “makine” olma durumudur.
Dünyada uzun yıllar boyunca çeşitli şekillerde uygulanmıştır.
İlk olarak yaklaşık 11.000 yıl önce ortaya çıkmıştır.
"Gün Olur Asra Bedel" Cengiz Aytmatov için kariyer zirvesi sayılabilecek oldukça uzun bir roman. Olaylar asıl mesleği balıkçılık olan ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında balıkçılık yaptığı yerlerden memleketinden ayrılmak zorunda kalınca Sarı Özek bozkırının ortasındaki birkaç haneden oluşan Boranlı köyüne yerleşmiş Yedigey isimli
Tabakalaşma ve eşitsizlik evrensel birer olgu olmalarına karşın, bunların biçimleri bir toplumdan diğerine göre, sosyal gelişmenin düzeyine, kaynakların kıtlığına, dolayısıyla özel beceri ve yeteneğe duyulan ihtiyaca bağlı olarak değişiklik göstermekledir.
Davis ve More'un kuramı, aşağıdaki kısaca dile getirilen önermeleri ileri
Tövbe etmeyi reddediyor modern zamanlar. "Tövbe etmek insanın bir önceki tanımını reddetmesi, kendisini yeniden tanımlamasıdır" diyordu şair ancak bulunduğumuz toplum, çevre ve zaman hayır sen kendi tanımını reddedemezsin, bunu yapamazsın diyor. Bunu söylemelerindeki motivasyonu incelediğimizde tövbe etme cesareti /imkanı/ nasibi