Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gerçi acıma g ö s t e r i l m e l i d i r , ama o n a s a h i p o l m a k t a n kaçınılmalıdır: çünkü mutsuzlar öylesine a p t a l d ı r l a r ki, onların nezdinde acıma göstermek, dünyanın en büyük iyiliğidir. - Belki de mutsuzların bu gereksinimi aptallık ve zihinsel bir eksiklik olarak, felaketi beraberinde getiren bir tür akıl hastalığı olarak (Rochefoucauld da böyle kavramış görünüyor) değil de tümüyle başka ve daha düşündürücü bir şey olarak anlaşıl dığında, bu acıma duygusuna sahip olmak istemeye karşı daha güçlü bir uyarıda bulunulmalıdır. Daha çok kendileri ne acımisın d i y e ağlayıp bağıran ve bu yüzden durumları nın dikkati çekebileceği anı kollayan çocukları gözlemlemek yerinde olur; hastalada ve ruhsal rahatsızlığı olanlarla ilişki içinde yaşandığında bu yakınmaların ve inlemelerin, mutsuzluğun sergilenmesinin, aslında orada bulunanlara a c ı ç e k t i r m e k amacını güdüp gütmediğini sorar insan kendisine: sonra da berikilerin dile getirdiği acıma, zayıflar ve acı çekenler için bir tesellidir, görürler ki tüm zayıflıkianna karşın en azından hala b i r g ü ç l e r i v a r d ı r : a c ı ç e k t i r m e g ü c ü . Mutsuz kişi acıma gösterisinin onun bilincine çıkarttığı bu üstünlük duygusundan bir tür haz elde eder; kendini beğenmişliği kabarır, hala dünyaya acı çektirecek kadar önemli biridir. Dolayısıyla acınma özlemi kendinden haz alma özlemidir, üstelik yakınlarına zarar verme pahasına; kendi özgün benliğini, olanca saygısızlığıyla gösterir insanlara: hiç de Rochefoucauld'nun dediği gibi "aptallığıyla" değil.
Sayfa 45
28 Şubat'ta Churchill, Çanakkale Boğazı'nı alır almaz Rusların 47.000 asker gönderebileceğini öğrendi. 1 Mart'ta Yunanlılar Türklere karşı 60.000 asker gönderme teklifinde bulundu. 10 Mart'ta, zafer beklentisi Savaş Konseyi'ni öylesine sarmıştı ki, çeşitli toprak kazançları konuşuldu. İstanbul Rusya'ya verilecekti; İngiltere İskenderun'u alacaktı.
Sayfa 355 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, çev. Süha SertabiboğluKitabı okudu
Reklam
Benzeri konumdaki her kadın gibi, belli bir kamu düzenine sonuna kadar güvenmekteydi; bu öylesine adil bir düzendi ki, insan hiçbir şeyi dert etmeksizin hayatını idame ettirebilirdi;..
Ortaöğretim öylesine yoz bir gençlik yetiştirmektedir ki, öğrenciler, üniversiteyi toplantılar ve gösteriler yapma, karşı görüştekileri ortadan kaldırma yeri ve bütün bunları da hakkı olarak görmektedir nerdeyse.
Yaşamla ilgili her şeyi kavrayan, ister erkeğe ister kadına ait olsun insan yüreği ve insan zihni hakkında bilinmesi gereken ne varsa hepsini bilen şeytan Tolstoy; Rose bir erkeğin kadınlar hakkında Tolstoy kadar bilgili olması mümkün müdür diye merak ediyor, bir erkeğin bütün erkekler ve bütün kadınlarla özdeşleşebilmesine anlam veremiyordu, o yüzden de Tolstoy'un yazdığı sadece Savaş ve Barış, Anna Karenina, Diriliş gibi büyük romanları değil, daha kısa yapıtlarını, novellalarını ve öykülerinin çoğunu da okudu, içlerinde en çok da genç bir gelinin hikâyesini ve giderek yaşadığı hayal kırıklığını anlatan yüz sayfalık Aile Mutluluğu kitabından etkilendi, yapıtta anlatılanlar kendi yaşadıklarına öylesine yakındı ki sonunda gözyaşlarına boğuldu
Ben kalbimle yaşıyorum,başka türlü yapamam,siz ise kurallarla yaşıyorsunuz.Ben sizi öylesine sevdim,siz,herhalde beni kurtarmak için,bana öğretmek için.
Sayfa 321Kitabı okudu
Reklam
Kutup Yıldızı
Bazen öyle anlar gelirdi ki yapmamanız gereken şeyleri yapar, kendinizi berbat bir durumun içine atar ardından bunun için defalarca küfrederdiniz. Hatta yaptığınız o hata ya da davranış öylesine zamansın bir anda gerçekleşirdi ki bunu yaptığınıza inanamazdınız bile.
Sayfa 66 - EPHESUS YAYINLARIKitabı okudu
Tamamını Okuyun...
Süzme bal kıvamında, akarsu arılığında, yağmur duruluğunda, yıkanmış ten kokusunda, taze toprak diriliğinde, ilkyaz yeli serinliğinde, yaz güneşi yakıcılığında, köpüren süt uçuculuğunda, düş tadında, gülüş aydınlığında, gece gizeminde, iç sızısında, umut yoğunluğun da, içtenlik inceliğinde, bıçak keskinliğinde, güvercin uçuşunda, yıldız uzaklığında, dokunuş yakınlığında... ne varsa kısaca, insan yüreğine heyecan veren ve o den li kısa olan; öylesine alıp götüren bir ışık çizgisisin, belli belirsiz, bir görüp bir yitirdiğim; bu kara günlerimin ortasına çiy taneleri gibi serin, düşüp düşüp uçuveren, gerçeğin can bunaltan sarı sıcağıyla.. Katlansam kalbim, uysam aklım dayanmıyor bu çizgi nin çağrısına...
Çöküşün en yaygın tipleri; 1) Çözüm yollarım seçtiğine inanan bir kişi, aslında tükenmişliği hızlandıran bir yolu seçmiştir, Hristiyanlık buna bir örnektir (ki bu, içgüdülerin sapmasının en büyük örneğidir); “ilerleme” bir başka örnektir. 2) Kişi, uyarıcılara karşı gücünü kaybetmiştir—ve tesadüfleri merhametine kalmıştır Kişi, tecrübelerin işler ve büyütür— “şahsilikten ayrılış”, istencin parçalanması. Örnek vermek gerekirse: Ahlaklılığın merhametten bolca bahseden özverili türüdür— ve şahsiyetin zayıflığıyla öylesine ayırt edilir ki o da şarkıya eşlik eder ve aşın uyarılmış bir telli çalgı gibi sürekli titreşir—çok sinir edici bir şey. 3) Kişi neden ve etkiyi kanşûrmaktadır Kişi çöküşü fizyolojik bir koşul olarak anlamaz ve sonuçlarım yanlışlıkla rahatsızlığının gerçek nedenleri olarak sayar. Örnek vermek gerekirse: Dini ahlaklılığın tamamı. 4) Kişi, artık aa çekmeyeceği bir koşul için can atmaktadır: Yaşam, aslında hastalıkların temeli olarak tecrübe edilmektedir. Kişi, hiçbir duygunun olmadığı bilinçsizlik durumlarını (uyku, baygınlık) kıyaslanamaz bir biçimde bilinç durumlarından daha değerli sayar; bundan böyle bir yöntem çıkar
Kütüphanede vakit geçirmeyi, rafların arasında kaybolmayı öylesine seviyordum ki ömrümü burada çürütebilirdim.
Reklam
Karma ve Meditasyon
Kişi Biliş-İçeren Meditasyon aşamasına erdiğinde geçmiş Karma'larına ne olur? Eğer ki nihai Kurtuluş”ta ise o zaman bir seferde tüm eski Karma'ları silmiş mi demektir? Eğer silmediyse o zaman mükemmel Kurtuluş'a nasıl erer? Buna cevap Karma'nın türlerini bilmekte yatar ki Karma 3 çeşittir: 1) Prarabdha Karma, yani hâlihazırda
Sömürge toplumu içerisindeki aydın müsveddeleri bu anlatılara sarılarak Müslümanlara cahil ortaçag papazlarının derin İslam bilgilerinden (!) süzülen şeyleri "İslamın kimsenin bilmediği hakikatleri" (!) formunda anlatmaya başladılar. Oysa bu papazlar öylesine bilgiliydiler ki (!) Hz. Muhammed'i (s) Hristiyan bir kardinal zannediyor ve papa olamadığı için yeni bir din kurduğunu sanıyorlardı.
Hayatta Kalmanın Anahtarı: Zaman Yönetimi
Zaman yönetimi çoğu insan için doğal olarak gelişmez, çünkü bu aslında zaman yönetimi değildir. Zaman manipüle edilemez veya yönetilemez; o sadece öylesine akıp gidiyor gibi görünür. Zaman yönetimi, kazanılması gereken bir beceridir, zaman geçerken kendi kendinizi yönetmektir. Uygulama ve çaba gerektirir, ancak ödülleri muazzam olabilir -
Sayfa 174 - Palme yayıneviKitabı okuyor
İyilik öylesine kızgın alevlerle karşılaşıyor ki, ancak her şey hepten çökerse dünya düzelecek gibi.
Sadâkat timsali Hz. Ebubekir..
... Mağaradaki delikleri, izarını yırtarak tıkadı. İzarı yetmeyince, geriye kalan bir deliğe de ayağını dayadı. Sonra Fahr-i Alem Efendimizi içeriye davet etti. Resul-i Ekrem içeri girdi ve mübarek başını Sıddık-ı Ekber'in dizine dayayarak uyudu. Az sonra, Hz. Ebubekir, deliğe dayadığı ayağında müthiş bir acı hissetti. Yılan ısırığı olduğunu anladı. Fakat delikten ayağını çekmedi. Hatta kainatın efendisi uykudan uyanabilir diye yerinden bile kımıldanmadı! Canı öylesine acıdı ki, gözlerinden ister istemez yaş aktı. Akan gözyaşlarının bir kaç damlası mübarek yüzlerine damlayınca Resul-i Kibriya efendimiz uyandı ve "Ne oldu ya Ebu Bekir? diye sordu. Sâdâkat timsali Hz. Ebu Bekir "Ya Rasulallah! Ayağımı bir şey soktu ama mühim değil! Anam babam sana feda olsun! diye cevap verdi.
Sayfa 361
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.