‘’İnsan aşılması gereken bir varlıktır.’’ (sf. 6)
Bana kalırsa tek bir cümle bile bu kitabı okumak için yeterince merak uyandırıcı. Tüm insanlığın kendinden bir şeyler bulabileceği, sindirilmesi pek kolay olmayan, insanın boğazında yumru varmış hissi yaratan, mideye bir yumruk gibi inen, üstüne saatlerce hatta günlerce kafa patlatılması gereken,
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
KAHRAMAN ORDUMUZA
👉1-Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
İstiklal Marşımız "korkma" diye başlar. Biliyorsun ki bu, Resûl-i Ekrem'in Sevr mağarasında Ebû Bekir'e söylediğidir. Bunlar tesadüf değil." (İsmet ÖZEL)
İstiklâl Marşı'nın ilk kelimesi KORKMAdır. Buradaki korku ne can
Kitabı okumaya başlamadan önce kıtabın isminin "Tek Kanatlı Kuş" olması sebebiyle kitap ile ilgili bir sürü tahminlerde bulundum.
İlk tahminim; şayet benzetme yapmıyorsa gerçekten hikaye yaralı bulunan bir kuşun çevresinde geçen olay örgüsü,
İkinci tahminim; şayet mecazi ise tek kanatlı kuşların hiç bir zaman uçamayacagi için insan
Gabriel Garcia mesleği gereği bir cinayet haberinin araştırmasını yaptıktan sonra o cinayeti kurgu haline çevirip roman ve gazeteciliğin melezi olarak bu eseri bizlere sunmuştur. Kitap boyunca cinayet teması üzerinde bir koşuşturmaca görsek de yazarın esas yakındığı ve kovaladığı konu toplumun cinayete karşı tepkisizliği ve cinayet olgusuna karşı
"Dış görünüme göre karar vermeyenler, olsa olsa sığ insanlardır. Dünyanın gerçek gizemi, görünmeyende değil, görünür olandadır." demiş Oscar Wilde.
Peki gerçekten öyle midir? Giyinme ritüeli insan yaşamına ne derecede anlam katar? Sosyal yapılar dünden bugüne nasıl evrildi de çıplak insan dünyası bu tür düşünceleri üretecek hale geldi?
Mutluluk nedir? Tanımı var mıdır? Sabit midir salt mıdır? Hep şöyle düşünmüşümdür mutluluk amaçlanması gereken bir şey değildir diye. Ama mutlu olursak da fena değil. Sadece amaç haline getirmemek önemli. Șopi mutluluğu içselliğe bağlar. Kişi içsellikten ziyade dışarıda mutluluğu arayacak olursa nafile olur der. İçsel mutluluk tamamen zihinsel
Aslında bu kitabı okumam biraz tesadüf oldu. Hani taksilerin rengi neden sarıdır?, trafikte hemen farkedilsin diyedir. Bu kitap da kitaplıkta öylece durmuştu, renginden ötürü elime alıp incelediğimi ve okumaya öyle karar verdiğimi hatırlıyorum . Kitaplıkta kendini baya belli ediyordu.(neden öyle bir benzetme yaptığımı bilmiyorum) Bi albenisi vardı sanki. Bu yazarla tanışmamı sağlayan kitap oldu.
Kitaba gelirsek aslında okuyacağımı pek zannetmemiştim. Ama iyi ki de kendimi zorlamışım ve okumuşum. Değerli yazarımız bu kitabında cümleleri fazla uzun tutmuş sanırım ve noktalama işaretlerini eksik kullanmıştı. Dili hakkında bir şey diyemem. Çünkü kimine ağır ve kimine basit gelebilir. İçeriği çok hoşuma gitti. Başroldeki doktorun karısı olarak tasvir edilen karakter gerçekten de kitaptaki en hoşuma giden karakter oldu.Kitabın içeriği hakkında bilgi vermem ne kadar doğru olur bilemem. Ama vermesen sanırım daha iyi. Biraz merakta kalın;) Kitabı bitirdim ve filmi olduğunu öğrendim. En kısa zamanda filmini de izlemeyi düşünüyorum. Ben de ilk kitabı bitirip daha sonra filmi izleyenlerdenim. Ya siz?
Ama emin olun ki okumaya değer bir kitap. Jose Saramago Nobel Edebiyat Ödüllü saygıdeğer bir yazarımız. Ve bu da okumamı biraz etkiledi bence.
Fazlasıyla tavsiye ediyorum. Bu dünyada okunmayacak kitap yoktur aslında. Bu düşünceyi hep savunurdum. Ama son zamanlarda hiç alakası olmayan insanlar bile kitap yazmaya çalışıyor, bence bu hoş bir durum değil. Ama iyi kitap kendini belli eder her zaman.
Kısaca okuyun derim ;)
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,5bin okunma
Bu kitap bir bitirişi konu alıyor; ilişiği kesmeyi, ilgisizliği, gizli kırçıllı nefreti... Babasının ölümüyle kendisine yüklüce bi' mal mülk miras kalan Zoiss'in mirasını dağıtıp defolup gitme isteğini anlatıyor. Çünkü Zoiss zaten senelerdir Ungenach'a yabancıydı, onun Stanford'da akademiyle özdeşmiş bi' hayatı var...
Bernhard'ı seviyorum çünkü
Ama Anne Gerçek hayatta kırık bir kalple yaşamak kitaplardaki kadar korkunç bir şey değil. Çürük bir diş gibi. Gerçi bu benzetme pek hoş olmadı ama. Günlerce canın yanıyor uyuyamıyorsun ama aralarda hayattan keyif almaya devam ediyorsun.
Bu arada yeri değil ama (ki yersiz konuşmayı da severim) adamın dibi çirkin bir benzetme değil mi, ben tepesi demeyi tercih ediyorum kulağa pek hoş gelmiyor gerçi, neyse.
Öncelikle kitap ciddi bir emekle yazılmış ve çok güzel bilgiler içeren bir eser fakat yazar evrime veya dine yönelik bilgiler veya eleştiriler vermeye başlayınca kitabın tüm güzelliği ölüyor çünkü İsrailli yazar kendi dini hariç popüler dinlere eleştiri getirerek zaten taraflı olduğunun sinyalini veriyordu fakat evrim ve din başta olmak üzere çoğu
Slyvia Plath'i bir kadın hakları savunucusu ve dramatik biçimde intihar etmiş psikiyatrik sorunları olan bir yazar olarak tanıyordum ve ilk kez Sırça Fanus ile kalemiyle de tanıştım. Benim beklentilerim karşılaştığım eserin çok üzerindeydi o nedenle hayalkırıklığı yaşadığımı söylemeliyim.
Çeviriden de olabilir belki ama yazarın dilini edebi
"Gerçek hayatta kırık bir kalple yaşamak, kitaplardaki kadar korkunç bir şey değil. Çürük bir diş gibi. Gerçi bu benzetme pek hoş olmadı ama. Günlerce canın yanıyor, uyuyamıyorsun ama aralarda hayattan keyif almaya devam ediyorsun.."
Uzun zaman sonra Peyami Safa kitabı okudum ve iyi ki de okumuşum dedim. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki kitapta muazzam bir Türkçe, müthiş bir akıcılık ve dil işçiliği mevcut. Okurken kendinizi cumhuriyetin ilk yıllarında, İstanbul’da bulmanız pek mümkün.
Kitabın konusu sıradan bir aşk hikayesi değil. Peyami Safa’dan beklenebileceği üzere şark-garp tezatlığı üzerine inşa edilmiş üç ana karakterin hikayesi. Şarkı temsil eden, Fatih’te doğup büyümüş ve Darülelhan’da musiki öğrencisi olan Neriman’ın, Harbiye-Beyoğlu’nun havai delikanlısı Macit ile tanışması ve yıllardır birlikte olduğu, onun için şarkın temsili olan Şinasi’ye karşı hislerinin bir anda değişimi işleniyor. Roman doğu – batı ilişkisine dair pek çok benzetme yapıyor. Kedi-köpek, hacıyağı-parfüm, konak-apartman, doğu-batı musikisi...Sonu her ne kadar klişe gibi dursa da musiki müderrislerinin ve talebelerinin Şark-Garp ve Garbileşme üzerine yaptıkları tartışmalar ve burada Peyami Safa’nın sıkça kullandığı bir metot olarak kendi fikirlerini ikna edici bir konuşma ile bir karakter üzerinden anlatması (Ferit) kitabın misyonunu yerine getirmesi açısından güzel kısımlar. Neredeyse yüz yıl önce yapılan tartışmaları gördüğümüzde ise maalesef bazı konularda halen pek de yol kat edemediğimizi görmemiz mümkün.
Neriman ve Şinasi’nin birlikte uzun yıllar geçirdikten sonra birbirlerine karşı olan hislerinde düştükleri tereddütler ve bu tereddütleri tarihi İstanbul’da adeta her sokağa, her caddeye ince ince işlemeleri okuyucu olarak bizleri de bu caddelerde bir seyre çıkarıyor.
Fatih HarbiyePeyami Safa · Alkım Yayınevi · 200547,4bin okunma