Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
CAM KELEPÇEYE EVET Ilık bir süzülüşle Geri dön hayat, Bırakma yeryüzü salına tünemiş pek kara kuşlar Örtsün bakışımı, Görmek acısı sürsün pencere tutsağının Düşsün hayatı suya... Nilgün Marmara
Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğruna ölümlere gidip geldiğim, Zulamdaki mahzun resim, Haberin var mi? Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cıgaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...
Reklam
Ah Maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?
Sayfa 159Kitabı okudu
Proust, ''Alışkanlık en az bakım gerektirenidir; en çorak kayanın görünüşündeki çıplaklığında ilk boy atan da odur.'' Kısa sürer; ve tehlikeli biçimde acılı. Alışkanlığın temel görevi, çevresinde kendi fazla mesailerinin beyhude ve sersemletici arabesklerini çizdiği temel görev, organik duyarlılığımızı yaşadığı dünyaların koşullarına uyarlamak ve hep yeni baştan uyarlamaktır. Acı çekmek bu görevin ihmalini, ister savsaklama yüzünden isterse etkisizlik yüzünden ihmalini temsil eder; can sıkıntısıysa yeterli icrasını. Sarkaç, bu iki terim arasında salınır: bir yanda acı vardır, gerçeğe bir pencere açan ve sanatsal deneyimin başlıca koşulu olan acı; öbür uçta silindir şapkalı ve hijyenik memurlar sürüsüyle birlikte can sıkıntısı, insan kötülüklerin en katlanılabiliri çünkü en uzun ömürlüsü olan can sıkıntısı.
Gözler sadece penceredir.;sen onların içinden bakmazsan onlar göremezler. Bir pencere nasıl görebilir? Senin pencere kenarında durman gerekir, ancak o zaman görebilirsiniz.
Hiç bir vakit tam karanlık değil gece, Kendimde denemişim ben. Kulak ver dinle Her acının sonunda açık bir pencere vardır, Aydınlık bir pencere, Hayal edilecek bir şey vardır, Yerine getirilecek bir istek, Doyurulacak açlık, Cömert bir yürek, Uzanmış açık bir el, Canlı canlı bakan gözler vardır. Bir yaşam vardır, yaşam, Bölüşülmeye hazır… -Paul Eluard
Reklam
"Keder fena halde bulaşıcıdır. Tek başına rakı içilmiş bir masadan da kapabilirsiniz, yıllarca kullanılmayı beklemiş bir kurşunkalemden ya da pencere kenarında annesinin yolunu gözleyen küçük bir çocuktan da...uzun zamandır tanıdığınız, her haline alışkın olduğunuz bir dosttan beteri yoktur keder bulaştırma konusunda. Hiç olmadı kahkahasına sıkıştırır, siz de tatlı tatlı çekersiniz içinize. Kederin dillendirilemeyenidir en zehirlisi. O zaman ne girdiğiniz odaya sığarsınız, ne de giydiğiniz kazağa."
Kapı olmak hiç de sevimli değil,” diyordu içimizdeki çamların en yaşlısı, “Bir kere, kapı olunca kilit takarlar bize. İnsanoğlunun böyle acayip huyları vardır. Evet, gözümümüzün yaşına bile bakmadan kilit takarlar. Kilit ne demektir bilir misiniz?” “Ne demektir?” “Ben size söyleyeyim, kilit, insanın utancı demektir her şeyden önce… İnsanoğlunun
“(...) çok güzel kızlar varmış ve Kant'ı da su gibi okuyorlarmış diye söylentiler çıkarıyorlar, doğru mu acaba? Onları ne yazık ki karşıdan karşıya geçerken ve vapurda bacak bacak üstüne atarken ve piyasa caddelerinde gözlerini ilerde bir noktaya dikmiş yürürken göremiyoruz, nerede saklanıyorlar dersin, bak ben ortadayım, onlarda kim bilir ne
"Elimden her nesneyi almışlardı. Zamanı bilmeyeyim diye saati, yazı yazmayayım diye kalemi, bileklerimi kesmeyeyim diye bıçağı; sigara gibi en ufak bir sakinleştirici bile benden esirgendi. Tek bir söz söylemesine ve tek bir soruyu yanıtlamasına izin verilmeyen gardiyandan başka bir insan yüzü görmedim, bir insan sesi duymadım; göz, kulak bütün duyular sabahtan geceye, geceden sabaha kadar en ufak bir besin almıyordu, insan kendi kendisiyle, kendi bedeniyle ve masa, yatak, pencere, leğen gibi dört-beş dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordu. Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta... Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. Bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp durdu. Ama ne kadar soyut görünürse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçbir şeye katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.
Reklam
"İnsanı büyük yapanın ne olduğunu soruyorsun bana...Doğayı yeniden yaratması mı? Kozmik güçleri kullanması mı? Kısacık bir sürede gezegeni fethedip evrene bir pencere açması mı? Hayır! Tüm bunlara rağmen varlığını sürdürmesi ve gelecekte de sürdürmeyi istemesidir."
Sayfa 119Kitabı okudu
''İnsan hayatında öyle bir zaman geliyor ki muhakkak gitmesi gerekiyor, eğer hiç kapı veya pencere yoksa, duvardan bile yürüyüp geçiyor..''
Pencere açacaktık albayım, hava alacaktık. Beni aldattınız. Karanlık ruhumla baş başa bırakıp gittiniz.
"İnsan hayatında öyle bir zaman geliyor ki muhakkak gitmesi gerekiyor, --eğer hiç kapı veya pencere yoksa-- duvardan bile yürüyüp geçiyor." Bernard Malamud
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.