Denizdeyken yaptığı iş, kısa dönemler haricinde ona kendisiyle hasbihal etmek için daima geniş fırsatlar sunmuştu. Orada geminin kaptanı, Martin'in sadece zamanının efendisiydi; ama burada otelin müdürü, Martin'in düşüncelerine bile sahip olmuştu. Sinir törpüsü, vücut zımparası olan bu ağır iş dışında hiçbir fikri kalmamıştı. İş haricinde bir şey düşünmesinin imkânı yoktu. Ruth'u sevdiğini bilmiyordu. İşe koşulmuş ruhu kızın varlığını hatırlayacak zamanı bile bulamıyordu. Ancak geceleri sürünerek yatağına, sabahları da ağır ağır kahvaltı salonuna giderken gözünde şöyle bir canlanan anılarında hatırlatabiliyordu kendini Ruth.
Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar…
Didem Madak🕊️
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
İşimiz… işimiz bizi sabahları aniden ve acımasızca uyandıran, korkulardan koruyan, bizi çevreleyen labirentte ilerlememizi sağlayan tek şeydir; Ariadne’nin ipliğidir…
Samson Lackawanna takma adını benimseyip soygunculuğa başlamam da bu döneme rastlar. Suç işleme içgüdüme yenik düştüm, O güne dek sadece bir serseri, bir tür Gâvur iblis iken, şimdi kanlı canlı bir hayalet olmuştum. Kendime hoşuma giden bir ad seçtim ve içgüdülerimle hareket etmem yeterli oldu. Örneğin Hong Kong’a girişimi kitap komisyoncusu olarak yaptım, içi Meksika doları dolu deri bir çanta taşıdım ve daha fazla eğitime ihtiyacı olan bütün Çinlilerin kapısını aşındırdım. Otelde viski soda ister gibi kadın istiyordum. Sabahları Lhasa yolculuğuna hazırlık niyetine Tibetçe çalıştım. Hâlihazırda Yiddiş’i bülbül gibi konuşuyordum, ibraniceyi de öyle. Aynı anda iki ayrı sütuna toplayabiliyordum, Çinlileri kazıklamak o kadar kolaydı ki tiksinti içinde Manila’ya döndüm. Orada Bay Rico’nun elinden tuttum ve ona gümrük vergisi ödemeden kitap satma sanatını öğrettim. Bütün kâr navlun bedellerinden geldi, fakat sürdüğü müddetçe bana rahat bir hayat sağlamaya yetti.
Sabahlar gri. Hep aynı. Bomboş. Sabahları yataktayken hep karamsar oluyorum. Bıkıyorum. Ne kadar iğrenç pişmanlık duygusu varsa bir anda içimi dolduruyor. Kıvranıp kalıyorum.
Sabahları duyulan ilk ses, annelerinin evde dolanırken tarlakuşu misali söylediği şarkılardı; geceleri duydukları son şey de yine aynı neşeli sesti, çünkü kızlar hiçbir zaman o tanıdık ninniyi dinlemeyecek kadar büyümeyecekti.
",Bu yaşta bu ne dert?, dediler, baktılar ama görmediler. Anlat, dediler, duydular ama dinlemediler. Bizim uyuyamadığımız gecelerin sabahları hiç aydın olmaz."