Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Beysbol şapkalı kemancı, Washington metro istasyonunda Bach'tan parçalar çalıyordu. Önünden 1907 kişi geçti, sadece 7 kişi duraksadı, onlarda ikişer dakikalık dinleyip, gittiler. 45 dakikalık konserin sonunda bahşiş için yere açtığı mendili topladı, uc-beş sentlerle biriken 32 doları cebine koydu, taksiye bindi. Washington'un en ünlü konser salonuna gitti, sahneye çıktı,biletlerin en ucuzu 100 dalardi ama sahne tıklım tıklım doluydu. Cünkü o... Joshua Bell'di. Keman da üç yüz senelik 3,5 milyon dolar değerindeki Stradivarius'tu
Freudçu teorinin ilkesi. - 1916'da, Psikanalize Giriş'te, nevrotik kaygının "anlaşılamazlığı" ortaya atılır: 'ben'i tahrip eden "spontan ve serbest bir kriz"dir bu ve "bir tehlikeye ya da bir bahaneye" bağlanamaz. Bu, Freud'un 1887- 1902 arasında anlattığı teorinin doğrulanmasıydı. Şiddetli kriz nevrotik kaygının birinci katına yerleşir: büyük anksiyete. Onun ortaya çıkışıdır, herhangi bir temaya bağlanabilir ya da genellikle sadece kendine bağlanmıştır. Şunu hatırlatalım ki, bu anksiyetenin temeli nevrotik kaygılarda hemen hemen süreklidir, değişmez, doğal olarak çok daha gevşek, hatta sadece "sinirli" dediğimiz daha az sarsıcı kaygı krizlerine bağlı olduğunda çok az bellidir. Bu durumda, kesinlikle krizler düzeyiyle uyumlu olan anksiyetenin temeli ancak yaygın bir psikolojik keyifsizlik, hareketsizlik, aktivite yoksunluğu, güvensizlik, hafif bir depresyonla birlikte ortaya çıkar. Bununla birlikte, bu tablo, her durumda, bireyin kaldırabileceği bir iç uyan niceliğine göre, belirgin özelliği az çok bir psişik enerji fazlalığı olan bir duruma denk düşer.
Reklam
Acemi
l stanbul'a otomobil ilk kez 1895 yılında, Basra Mebusu Zehirzade Ahmet Paşa tarafından getirilmiştir. Otomobi­ lin görücüye çıktığı, İstanbulluların atsız giden bu arabayı şaş­ kınlıkla seyrettiği yer de Fenerbahçe'dir. O gün, at kişneme­ sinin yerini motor sesi almıştır ama sahnede at ahırında ça­ lışan biri vardır: Seyis Abdurrahman! Yıldız Sarayı'nda görevli Abdurrahman Bey, seyislikten ayrılarak, İstanbul'un ilk şoförü unvanına oturur. İran köken­ li olduğu için de halk onu "Acem Abdurrahman" olarak ta­ nımaktadır. İşin aslına bakarsanız, İranlılar "Acem" denilme­ sinden hoşlanmazlar. Çünkü bu ad kendilerine Araplar tara­ fından yapıştırılmış bir etikettir. Araplar, Arap olmayan Müs­ lüman kavimlere "Acem" adını verirler. Zamanla bu ifade, karşısındakini aşağılamaya dönüşür. Bu yüzden, bir İranlı'ya "Acem" demek, onu küçümsemeye yönelik bir tanımlamadır. Abdurrahman Bey'in şoförlüğünü yaptığı ilk arabayı İs­ tanbul sokaklarında görenler "Acem geliyor ... Acem geli­ yor ... " diye bağırarak birbirlerini şaka yollu uyarırlardı. Di­ reksiyon başına yeni oturmuş birine "acemi" denilmesinin kökeni de işte bu öyküdür. Acem Abdurrahman Bey, unutu­ lup gitse de, adı Türkçede yaşamaya devam etmektedir. İşin garip yanı, Arapların kendilerinden olmayanları küçümsemek için ürettiği sözcük, çok farklı bir alanda olsa da, aynı anlam­ da kullanılmaya devam edilmektedir.
Sayfa 161 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
REŞAT NURİ, BENİ OKULDAN BİR HAFTA TARD ETTİRMİŞTİ Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) Anılar insanları aldatırmış. Beni de aldattığı olmuştur. Ama tüm anılar değil. O, karıncayı bile ezmezdi. Damga [1924], Dudaktan Kalbe [1925], Akşam Güneşi [1926], Çalıkuşu [1922], Bir Kadın Düşmanı [1927], Hırçın Kız [?] şunlar bunlar. Olağan İşler [1930] ve
Network 1976: Televizyon lanet olası bir eğlence parkıdır.
Ayıklama ilkesi, sansasyonelin, gösteri niteliği taşıyanın atanmasıdır. Televizyon, iki anlamıyla da dramatikleştirmeye [canlandırma) başvurur: bir olayı sahneye koyar, görüntülendirir ve bu olayın önemini, vahametini, dramatik ve trajik niteliğini abartır. Varoşlar söz konusu oldukta, ilgi çekecek olan şey buralardaki ayaklanmalardır. Ayaklanma
Sayfa 24 - GÖSTEREREK GİZLEMEK
"... Gelo em dereng derketin ser sahneya dîrokê, Yan me zû terka wê kir?"
Reklam
Telefondan önce, oyun yazarları arka planda yatan bilgiyi aktarmak için epey zaman harcarlardı. Ibsen'in aslında bir başyapıt olan eseri Yaban Ördeği'nin ( 1884) birinci perdesinde ana karakterler, iki hizmetçinin sohbetinde kendilerinden söz edildikçe birer birer sahneden geçerler. Alexander Graham Bell'in uygarlığa katkısından sonra, bir oyun yazarı aynı işi daha birinci sahnede bir telefon konuşmasıyla halledebilmeye başlamıştır. Oyuncu sahnede tek başına durup telefonda hayali biriyle konuşarak olmazsa olmaz bir bilgiyi bir çırpıda sunabilmektedir.
Sayfa 41
Gertrude Bell’de sahnede nihayet..
“... Mısır modası ve onu izleyen Nebati, Asur, Babil, Pers modaları müzeleri ve antikacıları, tıpkı Rönesans döneminde Roma'nın antik eserleriyle olduğu gibi, envai çeşit döküntüyle doldurmuştu-Bilger'in ataları Bitinya'dan Elam'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nu, çoğunlukla yanlarında karılarını da taşıyarak kat ediyorlardı ve bu kadınlar da Gertrude Bell ya da Annemarie Schwarzenbach gibi bizzat arkeolojinin hazzına kapılmadıklarında Jeanne Dieulafoy ya da Agatha Christie gibi yazar oluyorlardı..
Sayfa 178 - Can Yayınları, 2.BaskıKitabı okudu
Oliver onları kazandığında ben yoktum, onlardan vazgeçtiğinde ben yoktum. Yoksa çok daha basit bir şey miydi? Ben buraya, bir şeyler hissedecek miyim, bir şeyler hâlâ canlı mı diye görmek için gelmiştim. Fakat asıl sorun, herhangi bir şeyin yeniden canlanmasını istemiyor olmamdı. Tüm o yıllar boyunca, onu her düşündüğümde ya B.'yi, ya da Roma'daki son günlerimizi hatırlıyordum ve her şey iki sahneye götürüyordu beni: Yaşanan azaplarıyla balkon ve beni eski bir duvara dayayıp öptüğü, sonra bacağımı onunkine doladığım via Santa Maria dell'Anima. Roma'ya her gidişimde o yere gidiyorum yine. O yer benim için canlı, bugün tümüyle var olan bir şeyle yankılanıyor hâlâ, Poe'nun bir öyküsünden çalınmış bir yürek eski arnavutkaldırımın altında hâlâ atıyor ve bana, burada nihayet, tam bana göre bir yaşamla karşılaştığımı fakat ona sahip olamadığımı hatırlatıyormuş gibi.
Sayfa 231Kitabı okudu
Yeğenine aşık olan diktatör:
Hitler Geli’ye âşık oldu. Her gittiği yere, toplantılara, konferanslara, dağlardaki uzun yürüyüşlere, Münih’teki kahvelere ve tiyatrolara onu da götürmeye başladı. 1929’da Prinzregentenstrasse’de dokuz odalı lüks bir apartman katı kiraladığı zaman ona güzel bir oda ayırdı. Parti lideriyle güzel sarışın yeğeni arasındaki ilişki üzerine Münih’de ve
Reklam
Îngiliz-Amerikan çen-geli 1953'te atılıp dersler İngilizce'ye çevrildi. Okula "Ankara Koleji" dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu. "Kolej" (Robert Kolej gi-bi) misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu İngiliz deli-ğinden kova gibi su girdi. "Anadolu Liseleri" vb. aldı yü-rüdü.
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.