Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gertrude Bell’de sahnede nihayet..
“... Mısır modası ve onu izleyen Nebati, Asur, Babil, Pers modaları müzeleri ve antikacıları, tıpkı Rönesans döneminde Roma'nın antik eserleriyle olduğu gibi, envai çeşit döküntüyle doldurmuştu-Bilger'in ataları Bitinya'dan Elam'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nu, çoğunlukla yanlarında karılarını da taşıyarak kat ediyorlardı ve bu kadınlar da Gertrude Bell ya da Annemarie Schwarzenbach gibi bizzat arkeolojinin hazzına kapılmadıklarında Jeanne Dieulafoy ya da Agatha Christie gibi yazar oluyorlardı..
Sayfa 178 - Can Yayınları, 2.BaskıKitabı okudu
Gelişmiş ülkelerde çok geniş alanlar çim bahçelerine dönüştürülmüştür. Hâlbuki bahçeler hem yeşil hem de üretken olabilir. İşte çim bahçenizi yenebilir bir bahçeye dönüştürmek için 10 bitki türü: kuşotu (serçe dili), karahindiba, aksirken, keçiayağı, kıllı kodim, ernicarotu, aynisefa, kuzukulağı, ıspanak ve ay sarımsağı.
Sayfa 147Kitabı okudu
Reklam
"... Gelo em dereng derketin ser sahneya dîrokê, Yan me zû terka wê kir?"
Acemi
l stanbul'a otomobil ilk kez 1895 yılında, Basra Mebusu Zehirzade Ahmet Paşa tarafından getirilmiştir. Otomobi­ lin görücüye çıktığı, İstanbulluların atsız giden bu arabayı şaş­ kınlıkla seyrettiği yer de Fenerbahçe'dir. O gün, at kişneme­ sinin yerini motor sesi almıştır ama sahnede at ahırında ça­ lışan biri vardır: Seyis Abdurrahman! Yıldız Sarayı'nda görevli Abdurrahman Bey, seyislikten ayrılarak, İstanbul'un ilk şoförü unvanına oturur. İran köken­ li olduğu için de halk onu "Acem Abdurrahman" olarak ta­ nımaktadır. İşin aslına bakarsanız, İranlılar "Acem" denilme­ sinden hoşlanmazlar. Çünkü bu ad kendilerine Araplar tara­ fından yapıştırılmış bir etikettir. Araplar, Arap olmayan Müs­ lüman kavimlere "Acem" adını verirler. Zamanla bu ifade, karşısındakini aşağılamaya dönüşür. Bu yüzden, bir İranlı'ya "Acem" demek, onu küçümsemeye yönelik bir tanımlamadır. Abdurrahman Bey'in şoförlüğünü yaptığı ilk arabayı İs­ tanbul sokaklarında görenler "Acem geliyor ... Acem geli­ yor ... " diye bağırarak birbirlerini şaka yollu uyarırlardı. Di­ reksiyon başına yeni oturmuş birine "acemi" denilmesinin kökeni de işte bu öyküdür. Acem Abdurrahman Bey, unutu­ lup gitse de, adı Türkçede yaşamaya devam etmektedir. İşin garip yanı, Arapların kendilerinden olmayanları küçümsemek için ürettiği sözcük, çok farklı bir alanda olsa da, aynı anlam­ da kullanılmaya devam edilmektedir.
Sayfa 161 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Telefondan önce, oyun yazarları arka planda yatan bilgiyi aktarmak için epey zaman harcarlardı. Ibsen'in aslında bir başyapıt olan eseri Yaban Ördeği'nin ( 1884) birinci perdesinde ana karakterler, iki hizmetçinin sohbetinde kendilerinden söz edildikçe birer birer sahneden geçerler. Alexander Graham Bell'in uygarlığa katkısından sonra, bir oyun yazarı aynı işi daha birinci sahnede bir telefon konuşmasıyla halledebilmeye başlamıştır. Oyuncu sahnede tek başına durup telefonda hayali biriyle konuşarak olmazsa olmaz bir bilgiyi bir çırpıda sunabilmektedir.
Sayfa 41
Feminist erkek hayatta kalamaz düşüncesi hakkında
Silverstein değişen cinsiyetçi toplumsal cinsiyet rollerine odaklanan atölyeler düzenlediğinde, feminist bir erkeğin hayatta kalıp kalamayacağı konusunda onu sorgulayan­lar kadınlar oluyor. Silverstein hakikatlere işaret ederek bu kadın­ların korkularına yanıt veriyor: Erkekler pek de hayatta kalamıyorlar! Bizler onları ölmek ve öldürmek üzere savaşa gönderiyoruz. Erkekliklerini kanıtlamak amacıyla, kolej futboluyla ilgili yakın tarihli bir filmdeki sahneyi canlandırmak için, otobana yatıyorlar. Orta yaşlarının başında kalp krizinden ölüyorlar, erkeksi aktiviteler olan içki ve sigaradan dolayı karaciğer ve akciğer hastalıklarına yakalanıp kendilerini öldürüyorlar, kabaca kadınlardan dört kat yüksek oranda intihar ediyorlar, kadınlardan üç kat daha fazla cinayete (çoğunlukla diğer erkeklerin ellerinde) kurban gidiyorlar ve dolayısıyla kadın­lardan yaklaşık sekiz yıl daha az yaşıyorlar. Vahşi ve gereksiz şiddet eylemleri aracılığıyla ataerkil erkekliği kanıtlama mücadelesi içinde olan birçok erkeğin müebbet hapse mahkum olduğunu da ben ekleyebilirim. Şüphesiz birçok kadın mutlu, tatminkar bir hayat sürer, çünkü bizi şiddetle bir araya getiren bir kimliği sahiplenmeyiz, erkeklerin de aynı seçeneğe sahip olması gerekir.
Sayfa 128 - Bgst Yayınları, 2.Basım, Haziran 2021.
Reklam
Oliver onları kazandığında ben yoktum, onlardan vazgeçtiğinde ben yoktum. Yoksa çok daha basit bir şey miydi? Ben buraya, bir şeyler hissedecek miyim, bir şeyler hâlâ canlı mı diye görmek için gelmiştim. Fakat asıl sorun, herhangi bir şeyin yeniden canlanmasını istemiyor olmamdı. Tüm o yıllar boyunca, onu her düşündüğümde ya B.'yi, ya da Roma'daki son günlerimizi hatırlıyordum ve her şey iki sahneye götürüyordu beni: Yaşanan azaplarıyla balkon ve beni eski bir duvara dayayıp öptüğü, sonra bacağımı onunkine doladığım via Santa Maria dell'Anima. Roma'ya her gidişimde o yere gidiyorum yine. O yer benim için canlı, bugün tümüyle var olan bir şeyle yankılanıyor hâlâ, Poe'nun bir öyküsünden çalınmış bir yürek eski arnavutkaldırımın altında hâlâ atıyor ve bana, burada nihayet, tam bana göre bir yaşamla karşılaştığımı fakat ona sahip olamadığımı hatırlatıyormuş gibi.
Sayfa 231Kitabı okudu
Televizyon, iki anlamıyla da dramatikleştirmeye [canlandırma) başvurur: bir olayı sahneye koyar, görüntülendirir ve bu olayın önemini, vahametini, dramatik ve trajik niteliğini abartır. (Aynı iş sözcükler üzerinde de yapılır. Sıradan sözcüklerle ne "burjuva şaşırtılabilir", ne de "halk". Sıradışı sözcükler gerekir. Aslında görüntü dünyası, tuhaf bir şekilde, sözcüklerin egemenliği altındadır. Okunması gereken şeyi söyleyen altyazı -legendum-, yani, çoğu zaman, en önemsiz şeyleri gösteren altyazılar olmadan, fotoğraf bir hiçtir. Adlandırmak, bilindiği üzere, göstermektir, yaratmaktır, varoluşa taşımaktır. Ve sözcükler, yıkımlara bile yol açabilirler: İslam, İslami, İslamcı ー türban İslami midir, yoksa İslamcı mı? İyi de, ya sadece basit bir baş örtüsü söz konusuysa? Anıştırdıkları şeyin zorluğu ve vahameti konusunda, binlerce televizyon seyircisinin karşısında, onları anlamadan ve onları anlamadıklarını da anlamadan o şeyin sözünü ederlerken altına girdikleri sorumluluklar konusunda en ufak bir fikirleri olmaksızın, çoğu kez laf ola beri gele konuşan sunucuların ağzından çıkan her sözcüğü yeniden ele alma arzusuyla kıvrandığım olur. Çünkü bu sözcükler bir şeyler yapmaktalar; fantazmalar, korkular, fobiler ya da, düpedüz, yanlış temsiliyetler yaratmaktalar.
Sayfa 24
Îngiliz-Amerikan çen-geli 1953'te atılıp dersler İngilizce'ye çevrildi. Okula "Ankara Koleji" dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu. "Kolej" (Robert Kolej gi-bi) misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu İngiliz deli-ğinden kova gibi su girdi. "Anadolu Liseleri" vb. aldı yü-rüdü.
Beysbol şapkalı kemancı, Washington metro istasyonunda Bach'tan parçalar çalıyordu. Önünden 1907 kişi geçti, sadece 7 kişi duraksadı, onlarda ikişer dakikalık dinleyip, gittiler. 45 dakikalık konserin sonunda bahşiş için yere açtığı mendili topladı, uc-beş sentlerle biriken 32 doları cebine koydu, taksiye bindi. Washington'un en ünlü konser salonuna gitti, sahneye çıktı,biletlerin en ucuzu 100 dalardi ama sahne tıklım tıklım doluydu. Cünkü o... Joshua Bell'di. Keman da üç yüz senelik 3,5 milyon dolar değerindeki Stradivarius'tu
Reklam
kronoloji/insanlık tarihindeki bazı önemli olaylar
MÖ Beş Milyon: Bilinen en eski insan benzeri maymun cinsi olan Australopithe- cus Afrika'da ortaya çıktı. MÖ İki Milyon: Homo habilis ve dişisi ellerini kullanarak yonttukları taşlarla aletler yapıyordu ve hâlâ Afrika'dan çıkmamışlardı. MÖ 1,5 Milyon: Meşaleyi homo erectus ve femina erecta devraldı. Gerçekten de ateşi keşfeden ilk
Sayfa 179 - selKitabı okuyor
REŞAT NURİ, BENİ OKULDAN BİR HAFTA TARD ETTİRMİŞTİ Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) Anılar insanları aldatırmış. Beni de aldattığı olmuştur. Ama tüm anılar değil. O, karıncayı bile ezmezdi. Damga [1924], Dudaktan Kalbe [1925], Akşam Güneşi [1926], Çalıkuşu [1922], Bir Kadın Düşmanı [1927], Hırçın Kız [?] şunlar bunlar. Olağan İşler [1930] ve
Freudçu teorinin ilkesi. - 1916'da, Psikanalize Giriş'te, nevrotik kaygının "anlaşılamazlığı" ortaya atılır: 'ben'i tahrip eden "spontan ve serbest bir kriz"dir bu ve "bir tehlikeye ya da bir bahaneye" bağlanamaz. Bu, Freud'un 1887- 1902 arasında anlattığı teorinin doğrulanmasıydı. Şiddetli kriz nevrotik kaygının birinci katına yerleşir: büyük anksiyete. Onun ortaya çıkışıdır, herhangi bir temaya bağlanabilir ya da genellikle sadece kendine bağlanmıştır. Şunu hatırlatalım ki, bu anksiyetenin temeli nevrotik kaygılarda hemen hemen süreklidir, değişmez, doğal olarak çok daha gevşek, hatta sadece "sinirli" dediğimiz daha az sarsıcı kaygı krizlerine bağlı olduğunda çok az bellidir. Bu durumda, kesinlikle krizler düzeyiyle uyumlu olan anksiyetenin temeli ancak yaygın bir psikolojik keyifsizlik, hareketsizlik, aktivite yoksunluğu, güvensizlik, hafif bir depresyonla birlikte ortaya çıkar. Bununla birlikte, bu tablo, her durumda, bireyin kaldırabileceği bir iç uyan niceliğine göre, belirgin özelliği az çok bir psişik enerji fazlalığı olan bir duruma denk düşer.
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
Bu sahneyi okurken içimden çığlık atıyordum
Jacks wiped his face of all emotion, slid off the coffin, and stalked up to the bars. “You sound jealous.” “If you think I’m jealous because someone else got to stab you, then you’re right.” “Prove it.” She heard the thump of his dagger as it fell at her feet. It was the jeweled one he carried everywhere.
Evangeline and JacksKitabı okudu
24 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.