Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Sait Faik'e bir süreliğine veda alıntısı olsun.
Bir pazartesi günüydü. Günler şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı on saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yeme içmeye de
Sayfa 79 - Lalettayun: gelişigüzel
Neyse ki bunda da istisnalar vardı elbette; çoğunlukla sessizce acı çektiğin, sevgi ve iyiliğin karşılarına çıkan her şeyin güçleriyle üstesinden geldiği ve doğrudan duygulandırdığı zamanlardı bu. Ama nadirdi bu, ancak olağanüstüydü. Mesela eskiden sıcak yaz günlerinde öğlen vakti yemekten sonra seni mağazada yorgunluktan dirseğini tezgaha dayamış biraz kestirirken gördüğümde; ya da pazar günleri kan ter içinde yanımıza yazlığa geldiğinde; ya da annem ağır bir hastalık geçirdiğinde kütüphaneye tutunup sarsılarak ağladığında; ya da geçirdiğim son hastalık sırasında usulca yanıma, Ottla'nın odasına gelip, ama eşikte durup beni görebilmek için yalnızca boynunu uzattığında, ama saygıdan yalnızca elinle selam verdiğinde böyleydi. Böyle zamanlarda yatağıma uzanıp mutluluktan ağlardım ve şimdi bunları yazarken yine ağlıyorum.
Reklam
Bir pazartesi günü idi. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı on altı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeye içmeye de bir saat, yarım saat el yıkama, aptes bozmaya, yarım saat olduğun yerde kestirmeye, çeyrek saat bilet almaya, tünele, tramvaya, vapura binmeye... Say sayabildiğin kadar. Koy bu on saatin içine boşlukları doldur bakalım. Sevişmeye koyabiliyor musun on dakika?.. Yazı makinelerine, kalem tutan parmaklara, neşterlere, ilaçlara, selam vermeye, kitap okumaya, iki kadeh içmeye... Vakit mi kalıyor insanoğluna? Bunu yaparsan onu edemiyorsun. Kimine dar, kimine bolsun; pazartesi! Pazartesi! Sanki pazar bir şeymiş de onun bir de yarını, ertesi günü var. Ertesi günü yapacak işlerin içinde hep aynı olanı bir yana bırakırsak bize saat olarak ne kalır? Geç git pazartesi sen de!.. Sende de iş yok!
Bir pazartesi günüydü. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı on altı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeye
Sayfa 80 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Yerlerin ve Göklerin Yaratılışı
"Yeryüzünde bulunanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip yedi gök halinde onları düzenleyen O'dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara 29) Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elimi tuttu ve şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle toprağı cumartesi günü yarattı. Pazar günü ondan dağları yarattı. Pazartesi günü ağacı yarattı. Salı günü hoşlanılmayan şeyleri yarattı. Çarşamba günü nuru/aydınlığı yarattı. Perşembe günü orada hayvanları yaydı. Cuma günü ikindiden sonra Ådem aleyhi's-selâm'ı yarattı. Cum'a günün ikindi vaktinden geceye kadar olan son saatlerinde ise diğer mahlukâtı yarattı."¹ Ibn Abbas radıyallahu anhuma'dan: "Yeryüzü semadan önce yaratılmıştır. Bu yüzden semanın yaratılışı yerin yaratılmasından sonra zikredilmiştir. Çünkü Allah semayı yaratmadan önce yeryüzünü düzlememişti. Sonra semaya yöneldi ve yedi gök olarak onları düzenledi. Bundan sonra yeyüzünü yaydı. Bu yüzden: "Yeryüzünü bundan sonra yaydı" (Naziat 30) buyurmuştur. Allah, ilminde kemal sahibidir." Sahih. Müslim (2789)
Kudüs
Ağladım tükendi gözyaşım ağladım Ağladım mumlar bitti ağladım namaz kıldım Bitirdi beni vardığım rükular Sende Muhammed'i Yesuğ'u aradım Ey Kudüs ey peygamberler kokusu Ey yerin göklere en yakın avlusu Ey Kudüs ey yolların ışığı Ey parmaklarını yakan güzel çocuk Ey Peygamber'in geçtiği gölgeli ova Hüzünlü
Sayfa 48 - Anka YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Bir pazartesi günü idi. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı on altı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeye içmeye de bir saat, yarım saat el yıkama, aptes bozmaya, yarım saat olduğun yerde kestirmeye, çeyrek saat bilet almaya, tünele, tramvaya, vapura binmeye... Say sayabildiğin kadar. Koy bu on saatin içine boşlukları doldur bakalım. Sevişmeye koyabiliyor musun on dakika?.. Yazı makinelerine, kalem tutan parmaklara, neşterlere, ilaçlara, selam vermeye, kitap okumaya, iki kadeh içmeye... Vakit mi kalıyor insanoğluna? Bunu yaparsan onu edemiyorsun. Kimine dar, kimine bolsun; pazartesi! Pazartesi! Sanki pazar bir şeymiş de onun bir de yarını, ertesi günü var. Ertesi günü yapacak işlerin içinde hep aynı olanı bir yana bırakırsak bize saat olarak ne kalır?
Gariplere selam olsun!
Bilinmez bir tarihte, gece, sahibini yitirdiğinde tek tek herkese sorulmuş da kimse istememiş. (Bize böyle belletilmişti sakal seven derin bakışlı büyüklerce. Belki gece oldum olası sahipsizdi de kimse onu üstlenmediğinden böyle bir masal uydurulmuştu.) Sonra da sivri akıllının biri çıkıp "Geceler gariplerindir." demiş. Tutulmuş. Bu iş gariplere sorulmamış ama onlar ne yapsın, boyun kırıp kabullenmişler bu armağanı.
Neyse ki bunun istisnaları da vardı, çoğunlukla sessizce acı çektiğin ve tüm engellere karşın içindeki sevgi ve iyiliğin birleşik güçleri beni etkilemeyi başardıkları zamanlar da vardı mesela. Bu gerçekten de çok az oluyordu, ama oldukları zamanlar ise muhteşemdi. Mesela seni sıcak yaz öğlenleri dükkânda, dirseklerini tezgâha dayamış, bitkin bir şekilde başını sallarken gördüğümde ya da pazar günler yaz sıcağında soluk soluğa koşarak eve geldiğinde ya da bir keresinde annem çok ağır hastalandığında ve seni gözyaşları içinde titreyip sırtını kitap rafına verdiğini gördüğümde, son kez hasta olduğumda ve senin sessizce Ottla'nın odasına gelip bana baktığında ve dalgın bir şekilde bana elini kaldırıp selam verdiğinde... Böylesi zamanlarda arkama yaslanır, mutluluktan ağlardım ve bu satırları yazarken yine ağlıyorum.
Şans eseri bu konuda istisnalar da oluyordu, çoğu zaman acını sessizce çektiğinde, içindeki sevginin ve iyiliğin gücüyle karşısına çıkan her türlü engeli aşar ve doğrudan kavrardı. Bu çok nadir olurdu ama muhteşemdi. Mesela eskiden seni sıcak yaz günlerinde öğleyin, yemekten sonra dükkânda yorulduğun için dirseğini tezgaha dayayıp biraz uyukladığını gördüğümde ya da pazar günü bitap düşmüş halde yazlığa geldiğinde veya annem ağır bir hastalığa yakalandığında kitaplığa tutunup sarsıla sarsıla ağladığında ya da en son geçirdiğim hastalığımda sessizce Ottla'nın odasında yanıma gelip eşikte durduğun, yatakta beni görebilmek için boynunu uzattığın ve rahatsızlık vermemek için elinle bana selam verdiğinde. Böyle zamanlarda bir kenara oturur mutluluktan ağlardım ve şimdi bunları yazarken yine ağlıyorum.
Reklam
Ben köyün öğretmeniyim. Burada bir mermer yatağı olan Aleksi Zorba'nın, geçen pazar günü, saat altıda öldüğü yolundaki acı haberi size bildirmek için yazıyorum. Can çekişirken bana şöyle bağırmıştı: "Gel buraya öğretmen," demişti. "Yunanistan'da filanca dostum var, öldüğüm zaman ona öldüğümü ve son ânıma kadar aklımın tamamıyla başımda olup kendisini hatırladığımı yaz. Ne yapmışsam pişman olmadığımı da... Sağ olmasını dilediğimi ve artık akıllanması zamanının geldiğini de söyle ona. Eğer, herhangi bir papaz, günahımı çıkarmaya ve beni kutsamaya gelirse, ona defolup gitmesini ve lanetinin üzerimde olmasını istediğimi söyle! Hayatımda yaptım, yaptım, yaptım ve yine de az yaptım. Benim gibi adamların bin yıl yaşaması gerekirdi. Hayırlı geceler!" Son sözleri bunlardı; birden yastığından doğruldu, çarşafları attı, ayağa kalkmak istedi. Karısı Liuba, ben ve eline sağlam birkaç komşu, onu tutmak üzere koştuk; ama o bizi geriye itti, karyoladan indi, pencereye gitti. Orada pervaza tutundu, uzaklara, dağlara doğru baktı, gözlerini alabildiğince açtı, gülmeye, sonra at gibi kişnemeye başladı. Ölüm onu böyle dimdik, ayakta, tırnakları pencereye geçmiş halde buldu: Kansi Liuba size selam ettiğini ve merhumun kendisine sık sık efendiliğinizden söz ettiğini, santurunu öldüğü zaman, kendisini hatırlamanız için size teslim etmemizi vasiyet ettiğini yazmamı da tembihliyor. Onun için dul kadın, uygun düşer de köye uğrarsanız, evine buyurup orada kalmanızı ve hayırlısıyla gideceğiniz ertesi sabah da santuru almanızı rica ediyor.
Sayfa 348Kitabı okudu
"Bunny'yle yediğiniz öğle yemeğinde olanları duyduk," dedi Charles. Güldüm. Ertesi gün öğleden sonraydı, bir pazar günü, bütün gün masamdan neredeyse hiç kalkmadan Parmenides okumuştum. Yunanca zaten yeterince zordu, üstüne bir de akşamdan kalmalık ve bir türlü geçmek bilmeyen içki sersemliği eklenince harfler sanki harflere
Kültürü etkileyen önemli parametrelerden biri de coğrafi koşullardır. Japonya volkanik kütlelerden oluşan dağlık yapıya sahip bir ada ülkesidir. Halen aktif olan 77 volkana sahiptir. Tokyo, dünyanın en önemli fay hatlarından birinin üzerinde kurulmuştur. Mevsim değişikliklerinin keskinliği, volkan patlamaları, depremler, tsunamiler ve benzeri
Sayfa 127Kitabı okudu
115 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.