Ben buralara kadar keyfimden mi geldim? Beni nasıl yalnız bırakacaksınız? Kızımdan ve senden ben bunu mu beklerdim? Beni Şahinde' nin eline bırakıp nası gidersiniz? Bu son günlerimde sizden başka kimim var? Keyfin isterse Yusuf, siz dönmezseniz ben de kalırım, sen kazanacağın para ile hem karını hem beni beslersin.
“İnsanın aşık olduğu kişinin kendisini bekleyişini izlemesi harika bir şey. Biliyorum, bu pek rastlanacak bir manzara değil. Çünkü o seni beklerken, sen orada olamazsın.
Orada olduğundaysa, artık seni beklemiyordur.”
Çin'in bir köyünde yaşlı bir adam varmış.
Çok fakir... Ama imparator bile onu kıskanırmış. Adamın öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... İmparator bu beyaz at için ihtiyara önemli bir para teklif etmiş, ama adam atı satmaya yanaşmamış.
'Bu benim için yalnızca bir at değil. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' demiş.
Ama bir sabah kalkmış
Bir süre devam eden sessizliği subay bozdu:
- Andre, sen daha önce de siyasi bir kovuşturmaya uğramıştın değil mi?
- Evet, doğru... Rostof'ta... Ama oradaki jandarmalar bana sen diye hitap etmezlerdi, siz derlerdi...
Subay, sağ gözünü kaşıyarak canının sıkıldığını belli eden bir ses tonuyla devam etti sorularına...
- Siz, fabrika duvarlarına bazı kağıtları asan alçakları görmüş olmalısınız... Hatta ben görmüş olabileceğinizden eminim...
Vesofçikov'un sesi yeniden parladı odanın içinde:
- Biz, ilk defa alçak görüyoruz.
ne eski bir tango melodisi, ne de siyah önlüklü bir mektepli kız resmi, hayır beni on sekiz yıl evvelki o tatlı hatıraları alemine atan, gazetede götürdüğüm iki satırlık, kupkuru, alalade bir kiralık ilanı oldu.
o anda pendik sahilleri birden gözümde canlanıverdi. o köşk...o köşkün bizim bahçeye bakan penceresi...ve o pencereden mahinur...sarı
-Söyle, anlaşılmaz adam; kimi seversin en çok anneni mi,babanı mı,bacını mı yoksa kardeşini mi?
-Ne annem, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim.
-Dostlarını mı?
-Anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız.
-Yurdunu mu?
-Hangi enlemdedir, bilmem.
-Güzelliği mi?
-Tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.
-Altını mı?
-Siz Tanrı'ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.
-Peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı?
-Bulutları severim... İşte şu... Şu geçip giden bulutları... Eşsiz bulutları!
TATYANA’NIN ONEGİN’E MEKTUBU
Size yazıyorum ? Daha ne denir?
Hem daha ne söyleyebilirim ki?
Şu an, biliyorum, elinizdedir
Hor görüp cezalandırmanız beni.
Bu benim mutsuz kaderimdir,
Bir damla acıyı koruyarak siz,
Elbette beni terketmezsiniz.
Susmayı tercih ettim ben önce;
İnanın: şu rezil yaşamımdan
Haberiniz olmazdı hiçbir zaman,
Bir
"Ah benim hatalarım, sen bıkmadın omuzlarımdan ama ben senden gidiyorum.
Ah benim umutlarım, sen bana gurbet oldun ama ben sana geliyorum.
Ah benim özüm, kendim, sen bana uzak kaldın ama ben seni öğreniyorum.
Ah aklımı çelen zihnimi delenler bir bir topladım sizi, gönderiyorum.
Ah geçmişimin çaresizlikleri, siz ben değilmişsiniz fark ediyorum.
Ah kalbimin kırık sesleri sizi bir bir onarıyorum.
Artık eski ben değilim tutsak kalan.
Şimdi yeni bir ben ile yarına biletler aldım.
Gidiyorum zannetmeyin
Asıl şimdi geliyorum..''
"Ben burada durmuş bir çözüm üretmeye çalışıyorum ve sen dalga geçiyorsun!"
"Dalga falan geçmiyorum! Ben de senin kadar zor durumdayım!"
"En azından durumun zor olduğunu fark etmişsin. Eh bir sarışına göre fena sayılmaz doğrusu!"
"Sensin be sarışın! Doğru konuş benimle!"
"Konuşmazsam ne olur?"
"Kırarım senin o koca kafanı!"
"Koca kafamı mı?"
"Koca kafanı tabii ya. Zoruna mı gitti?"
"Asıl koca kafalı olan sens-"
"Allah aşkına ne yapıyorsunuz siz!"
yaşasın! ne kadar da ideolojik yaklaşıyoruz birbirimize
bazen çok korkuyorum.
ama bu; aslanlarımı açıklamama engel olmuyor
çünkü fena halde yaraşıyor birbirine gece ve balta
ve anneciğim derdi vardı neyin altına giysen olur bir siyah pantolonum şimdi gibi ay!
tekhnem dolu müfsidle!
bu da caddelerden derviş dervişegelmeme mâni