Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Başarısız kişilerin, başarısızlıklarından dolayı suçu dünyaya yükleme eğilimlerini anlamak güç değildir. İşin dikkate değer yanı şu ki başarılı kişiler de, her ne kadar ileri görüşlülükleri, metanetleri, parlak yetenekleri ve başka "kıymetli nitelikleriyle" övünseler de, aslında başarılarının, koşulların tesadüfi bir bileşiminin sonucu olduğuna inanırlar. Sürekli başarılı olanların özgüveni bile asla mutlak değildir. Başarılarını oluşturan etkenlerden her birini ayrı ayrı bildiklerinden asla emin değildirler. Dış dünya onlar için hassas ve tehlikeli bir şekilde dengelenmiş bir mekanizmadır ve bu mekanizma onların lehine işlediği sürece onu kurcalamaktan korkarlar. Dolayısıyla, değişime direnç ile değişime duyulan ateşli arzu aynı inançtan doğmaktadır. Söz konusu direnç de arzu da çok şiddetli olabilir.
Başarısız kişilerin, başarısızlıklarından dolayı suçu dünyaya yükleme eğilimlerini anlamak güç değildir. İşin dikkate değer yanı şu ki başarılı kişiler de, her ne kadar ileri görüşlülükleri, metanetleri, parlak yetenekleri ve başka "kıymetli nitelikleriyle" övünseler de aslında başarılarının, koşulların tesadüfi bir bileşiminin sonucu olduğuna inanırlar. Sürekli başarılı olanların özgüveni bile asla mutlak değildir. Başarılarını oluşturan etkenlerden her birini ayrı ayrı bildiklerinden asla emin değildirler. Dış dünya onlar için hassas ve tehlikeli bir şekilde dengelenmiş bir mekanizmadır ve bu mekanizma onların lehine işlediği sürece onu kurcalamaktan korkarlar. Dolayısıyla, değişime direnç ile değişime değişime duyulan ateşli arzu aynı inançtan doğmaktadır. Söz konusu direnç de arzu da çok şiddetli olabilir.
Reklam
“Ama bir inanç yok olduğu zaman, yeni şeylere gerçeklik kazandırma gücümüzü kaybettiğimizde, bunun yokluğunu telafi etmek üzere inancımızın bir zamanlar hayat verdiği eski şeylere fetişistçe bir bağlılık, sanki ilahi güç bizim içimizde değil, onların kendisindeymiş ve inançsızlığımız tesadüfi bir sebepten, tanrıların ölümünden kaynaklanırmış gibi, gitgide güçlenerek varlığını sürdürür. Ne korkunç bir şey! diyordum kendi kendime. Bu otomobillerde eski arabaların zarafetini bulmak mümkün mü? Herhalde benim artık yaşım geçti, ama kadınların, kumaştan bile olmayan elbiselerin cenderesine girdikleri bir dünya, bana göre değil. Kızaran narin yaprakların altında bir araya gelen şeylerin hiçbiri artık yoksa, eskiden onların çerçevelediği zarafetin yerini şimdi bayağılık ve çılgınlık almışsa, bu ağaçları ziyaret etmenin ne anlamı var? Ne korkunç şey! Zarafetin artık bulunmadığı günümüzde tek tesellim, eskiden tanımış olduğum kadınları düşünmek. ”
Frazer'in Altın Dal'ı gibi insanbilimsel bir inceleme, mantıksız insan inançlarının çeşitliliğiyle bizi etkiler. Bu inançlar bir kültüre bir kez yerleştiklerinde, sürdürülür, evrilir ve çeşitlenirler ve bu durum bir anlamda biyolojik evrimi anımsatır. Yine de Frazer bazı genel prensipler keşfetmiştir, örneğin "homeopatik büyü" ismiyle tanımladığı inançlarda tılsımlar ve büyülü sözler etkili olmayı amaçladıkları gerçek dünya nesnesinin bazı sembolik yönlerini ödünç alırlar. Acı sonuçlar doğuran bir örnek, toz haline getirilen gergedan boynuzunun cinsel gücü arttırıcı özellikler taşıdığına inanılmasıdır. Baştan aşağı saçmalık olan bu efsane, gergedanın boynuzunun erekte olmuş bir penise benzemesinden ileri gelir. "Homoeopatik büyünün" bu kadar yaygın olduğu gerçeği, savunmasız beyinlere bulaşan saçmalığın tamamen tesadüfî ve keyfi olmadığı fikrini uyandırır.
_Biz kimiz? Nereden gelip, nereye gidiyoruz? _Biz insanlar, bir kapının önüne bırakılmış yeni doğan bebekleriz. Sepetlerimize bebeklerin kim olduğuna, nereden geldiğine dair ya da atalarının kimler olduğuna dair bir not da iliştirilmemiş. Bu yetim bebeklerin sicilini öğrenmeyi özlemle bekliyoruz. Pek çok kültür sürekli olarak ebeveynlerimizle
Madem ölüm kaçınılmaz, madem tüm kazanımlarımız, hatta bütün güneş sistemimiz bir gün solup gidecek, madem dünya tesadüfi, madem insanlar dünyayı ve o dünya içerisindeki insan tasarımını inşa etmek zorundalar, hayatın genel anlamı ne olabilir?
Reklam
“Prometeyen zihinler kendilerinin,bir boşlukta başıboş bir biçimde hareket eden ve "kendi kendini yaratabilen" tesadüfi yaratıklar olduklarına ve her şeyin anlamsız bir varoluş çerçevesi içinde kaldığına inanıyor. Dünya onlara saçma geliyor, ama hiç kimse, bu saçmalığı fark etmeye muktedir olarak görülen bir varlığın saçma bir dünyada zuhura geldiğini kabul etmedeki saçmalığı -tipik bir biçimde- fark etmiyor.”
Konuyla ilgili araştırmalarda iki temel problemle karşılaşılıyor: İlki, Arap-İslam kültür dünyasında yaşanan ve sekiz yüz yıl kadar süren bilimsel gelişme döneminin, bu alandaki modern tarihçiler tarafından takdir edilmek bir yana hala fark bile edilmemesidir. Bu yüzden Arap-İslam kültür dünyasının evrensel coğrafya ve kartografya tarihindeki yerinin değerlendirilmesi için gereken önkoşul hala mevcut değildir. İkinci önemli problem ise, Arap coğrafyacıları ile haritacılarının, kendi kültür dünyalarının gerçekleştirdiği büyük başarılardan bize çok az ve tesadüfi haberler ulaştırmış olmalarıdır. Onların birçok önemli keşif ve yenilikleri, devirlerinin tarih yazımı içinde ya geç yer bulmakta ya da hiç yer almamaktaydı. Şu gerçeği gözde bulundurmalıyız ki, Arap- İslam denizcileri ve kartografları sağladıkları başarıların dünya tarihi açısından taşıdığı öneminin farkında değillerdi. Tarihçiler ve kronikçiler-ki, bu bütün kültür çevreleri için geçerlidir- kendilerine geçmişten ulaşan haberlerin önem ve doğruluğu üzerinde bir dereceye kadar bir hüküm verebililir ve onları kültür tarihi açısından tasnif edebilirlerdi, ama çağdaş çözüş ve icatların önemini kavramak ve layıkıyla değerlendirmek, onlar için her zaman kolay olmuyordu. Haritaların başka bir problemi vardı; o da şu ki, onlar herhangi bir kitabın çerçevesine alınmamış oldularsa uzun zaman yaşama şansı bulamamışlardır ve bu sadece Arap-İslam kültürü için geçerli değildir.
Peki, eğer ölüm kaçınılmazsa, eğer tüm yapıtlarımız, hatta tüm güneş sistemi bir gün yok olup gidecekse, dünya tesadüfi ise ( yani, her şey pekala başka bir türlü de olabilir idiyse ), eğer dünyayı ve o dünyanın içindeki insani düzeni insanlar kurmak zorundaysa, o zaman yaşamın ne gibi bir kalıcı anlamı olabilir?
Sayfa 20 - Remzi Kitabevi
Bununla birlikte hepimiz, içimizde uyuyan güçten uzaklaşarak, ranrısallığımızdan koptuğumuz için bir boşluk ve yalnızlık hissederiz. Bu yalnızlıktan kurtulmaya çabalamamıza ve hayatı mızı yüzeysel şeylerle doldurmamıza şaşmamak lazım. Bizi derinden etkilemeyen ve asla mutlu edemeyecek hedeflerin peşinde koşmamızın sebebi de budur. Yaratıcılığımızdan uzaklaştığımız ve evren üzerindeki gücümüzü reddettiğimiz sürece hayat anlaşılmaz ve görünürde tesadüfi. olaylarla üzerimize gelecektir. Lakin burada da yaşamımızı bu şekilde yönlendiren yine biziz. Acı acı yakındığımız bu durumu, biz meydana getiriyoruz. Dünya üzerindeki hiçbir şey, bu enerji olmadan mevcudiyetini devam ettiremez.
Reklam
Başarısız kişilerin, başarısızlıklarından dolayı suçu dünyaya yükleme eylemlerini anlamak güç değildir. İşin dikkate değer yani şu ki başarılı kişiler de, her ne kadar ileri görüşlülükleri, metanetleri, parlak yetenekleri ve başka "kıymetli nitelikleri" ile övünseler de, aslında başarılarının, koşulların tesadüfi bir bileşimin sonucu olduğuna inanırlar. Sürekli başarılı olanların özgüveni bile asla mutlak değildir. Başarılarını oluşturan etkenlerden her birini ayrı ayrı bildiklerinden asla emin değildirler. Dış dünya onlar için hassas ve tehlikeli bir şekilde dengelenmiş bir mekanizmadır ve bu mekanizma onların lehine işlediği sürece onu kurcalamaktan korkarlar. Dolayısıyla, değişime direnç ile değişime duyulan ateşli arzu aynı inançtan doğmaktadır. Söz konusu direnç de arzu da çok şiddetli olabilir.
Günümüzün materyalistik görüşleri arkaik düşüncede de görebileceğimiz bir eğilime sahiptirler. İkisi de bireyin sadece bir sonuç olduğu noktasına varırlar; birinci görüşe göre insan doğal nedenlerin sonucudur, ikinci görüşe göre ise tesadüfi olayların. Her iki hesapta da, insan bireyliği kendi hakkına sahip bir şey değildir, nesnel dünyada bulunan güçlerin tesadüfi bir ürünüdür. Bu düşünce, insanın asla eşsiz ve kendine özgü kabul edilmediği, her zaman yerine bir yenisinin konabileceği, kolay vazgeçilebilinir bir şey olarak düşünen arkaik dünya kav- ramı kanalıyla gelmiştir. Nedenselliğin dar perspektifi nedeniyle, modern materyalizm arkaik insanın bakış açısına geri dönmüştür. Ama materyalist daha radikaldir, çünkü ilkel insandan daha sistematiktir
insan bireyliği kendi hakkına sahip bir şey değildir, nesnel dünyada bulunan güçlerin tesadüfi bir ürünüdür. bu düşünce, insanın asla eşsiz ve kendine özgü kabul edilmediği, her zaman yerine bir yenisinin konabileceği, kolay vazgeçilebilinir bir şey olarak düşünen arkaik dünya kavramı kanalıyla gelmiştir. nedenselliğin dar perspektifi nedeniyle, modern materyalizm arkaik insanın bakış açısına geri dönmüştür. ama materyalist daha radikaldir, çünkü ilkel insandan daha sistematiktir. ilkel insan daha tutarsız olma avantajına sahiptir; mana kişilik istisnasına sahiptir.
sayfa 37-38, benlik ilhan yayınları
Renklerin Savaşından Kadınları Dışlamaya: Pembe ve Mavi
“Pembe-Mavi” ayrıştırması, kadınla erkek arasındaki (erkekten yana) eşitsiz farklılaşmanın, bunu “norm” haline getiren ataerkil sistemin ve bu sistemi pekiştiren erkek cinsiyetçiliğinin bilinçdışı ama en etkili şartlandırmalarından biridir. Dünya üzerinde en çok göze çarpan renk hangisi sorusunun cevabı açık: Yeryüzünün dörtte üçünü oluşturan
Sayfa 109-110
198 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.