Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, fakat sevecek —ya da sevilecek— doğru nesneyi bulmanın güç olduğunu düşünürler. Bu tutumun kökleri, çağdaş toplumun gelişim tarihine dayanan birçok nedeni vardır. Bunlardan bir tanesi ''sevgi nesnesi''nin seçiminde yirminci yüzyılda yer alan büyük değişikliktir.
Sayfa 11
Piçlerin çocukları olmaz. Çünkü onlar kökleri çok derinlerde olan aile ağaçlarının en yukarıdaki yalnız dallarıdır. Ki o dallar yalnızlıktan kurur. İçinde yaşadıkları toplumun önlerinde saygıyla eğildiği soyadlarının sona erdiği nokta piçlerdir.
Reklam
“Aile” ya tüm acıların kaynağı ya da sağlıklı bir toplumun temelidir.
Felsefi idealizmin önyargısının aksine, insan bilinci genelde olağanüstü tutucudur ve daima toplumun, teknolojinin ve üretici güçlerin gelişiminin çok gerisinde kalma eğilimindedir. "Normal" tarihsel dönemlerde, alışkanlığın, biteviyeliğin ve geleneğin ağır yükü, kökleri türün uzak geçmişinde yatan kendini koruma içgüdüsüyle, çiğnene çiğnene aşınmış yollara inatla bağlı kalan insanların zihnine, Marx'ın tabiriyle bir Alp gibi çöker. Ancak, tarihin olağanüstü dönemlerinde, toplumsal ve ahlâki düzen dayanılmaz basınçların gerilimi altında çatırdamaya başladığında, halk kitleleri, içine doğdukları dünyayı sorgulamaya ve bir ömür boyu taşıdıkları inanç ve önyargılardan kuşkulanmaya başlar.
Sayfa 16
Vergilius
Doğuştan toprağın adamıydı, yeryüzü hayatının huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına izin verilmiş, dahası yerleşmeye zorlanmış biri; aynı zamanda da daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş ne de orada kalabilmiş biri; bu kader, onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içersinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmıştı; onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, gittikçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamıştı; böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet, gerçekten de yalnızca uzaklıktı büyüyen.
Vergilius'un Ölümü romanıyla o çevirmenlik yıllarımın hemen başında tanıştım. Romanın birinci bölümünün başlarında yer alan ve Latin şairi Vergilius'u tasvir eden şu pasajı okuduğumda ise o roman artık benim kaderim olmuştu: "yeryüzü hayatının huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına izin verilmiş, dahası yerleşmeye zorlanmış biri; aynı zamanda da, daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş ne de orada kalabilmiş biri; bu kader, onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içersinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmıştı, onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, gittikçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamıştı, böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet, gerçekten de yalnızca bu uzaklıktı büyüyen: Vergilius, hep kendi tarlalarının sınırlarında gezinmiş, her zaman kendi hayatının sınırboylarında kalmıştı; huzur nedir bilmeyen bir insan; ölümden kaçarken ölümü arayan, eser vermek isterken eserden kaçan biri; bir âşık, ama yine de hep kovalanmaya yargılı, gerek iç gerekse dış dünyanın tutkuları arasında yolunu kaybetmiş, kendi hayatına sadece konuk olabilmiş biri..."
Ahmet CemalKitabı okudu
Reklam
Bu kısma ben de katılıyorum,
Öğrenciyi sürükleyen güçlerin ikincisi olarak gösterdiğimiz yükselme tutkusunun, daha yumuşak bir deyimle, kendini gösterme, seçkinleşme isteğinin insan yaradılışında sağlam kökleri vardır. Bu türlü bir itki olmasa insanlar arasında iş birliği kurulamaz. İnsanın yaptığını başkalarına beğendirme isteği toplumun bağlayıcı güçlerinin en önemlilerinden biridir. Ancak, bir duygular karmaşığı olan bu isteğin içinde yapıcı ve yıkıcı güçler içi içe girmiştir. Beğenilme, görülme isteği sağlam, temiz bir itkidir, ama başkasından, okul arkadaşından daha iyi, daha güçlü, daha akıllı olarak tanınmak isteği insanı kolayca aşırı bir benciliğe düşürebilir, ki bu da hem kendisine hem de topluluğa zararlı olabilir. Onun için öğretmenler öğrencileri daha çok çalıştırmak için, işin kolayına kaçıp kişisel yükselme tutkularını körüklemekten de sakınmalıdırlar. Bir çokları Darwin'in yaşama savaşı teorisini ve ona bağlanan ayıklanmaya dayanarak yarışmacı eğitimi destekliyorlar. Bazıları da sözde bilimsel çalışmalarla, ekonomik yarışma alanında tekler arasında yıkıcı bir savaşın zorunlu olduğunu ispatlamayı denediler. Ama doğru değildir bu görüş; çünkü insan yaşama savaşındaki gücünü toplum halinde yaşayan bir canlı varlık olmasına borçludur. Bir karınca yuvasında nasıl tek tek karıncaların bir biriyle savaşması yaşamaları için zorunlu değilse, insan toplumda da teklerin yaşamak için birbiriyle savaşmaları şart değildir.
Eğitim ÜstüneKitabı okudu
yeryüzü hayatının huzurunu seven biriydi; toprağa bağlı bir toplumda geçecek, sade ve güven dolu bir ömre uygun bir insan; kökleri gereği yerleşip kalmasına daha yüce bir kader gereği, yurdundan ne kopabilmiş ne de orada kalabilmiş biri; bu kader, onu ötelere, toplumun dışına sürüklemiş, kalabalıklar içersinde düşünülebilecek en çıplak, en kötü, en vahşi yalnızlığın içine atmıştı, onu kökeninin yalınlığından koparmış, uçsuz bucaksızlığa, gittikçe büyüyen bir çeşitliliğe doğru kovalamıştı; böylece büyüyen, sınırsızlığa açılan, sadece gerçek hayat ile arasındaki uzaklık olmuştu; evet, gerçekten de yalnızca bu uzaklıktı büyüyen: Vergilius, hep kendi tarlalarının sınırlarında gezin- miş, her zaman kendi hayatının sınırboylarında kalmıştı; huzur nedir bilmeyen bir insan; ölümden kaçarken ölümü arayan, eser vermek isterken eserden kaçan biri; bir âşık, ama yine de hep kovalanmaya yargılı, gerek iç gerekse dış dünyanın tutkuları arasında yolunu kaybetmiş, kendi hayatına sadece konuk olabilmiş biri..."
Sayfa 9 - ÖnsözdenKitabı okuyor
Piçlerin çocukları olmaz. Çünkü onlar kökleri çok derinlerde olan aile ağaçlarının en yukarıdaki yalnız dallarıdır. O dallar yalnızlıktan korur. İçinde yaşadıkları toplumun önlerinde saygıyla eğildiği soyadlarının sona erdiği nokta piçlerdir.
Sayfa 41
Marx'ın kriz teorisindeki nesnel gerçeklik ve öznel algılama arasında ki bağın kökleri, krizin klasik anlamına dayanmaktadır. Klasik Yunan tarih yazıcılığında ve tiyatro oyunlarında, kriz, birey ya da toplumun kendini yeniden üretme kapasitesi tehlikeye girdiğinde, bir bireyin ya da toplumun yaşamında bir dönüm noktasını ya da karar anını göstermek üzere kullanılmıştır. Klasik kriz kavramı işin hem nesnel ve öznel boyunu içermektedir. Nesnel boyut, krizin, yaşamlarını etkilediği bireylerin davranışlarından bağımsız bir sürecin peşi sıra dışsal olarak belirlenen bir olgu olarak ortaya çıkması demektir. Öznel boyut ise bireylerin, kriz tarafından ortaya konan tehdide yönelik kavrayışı ve tepkiyi içermektedir. Bu nedenle, krizler önceki toplumsal ilişkiler kalıplarının sorgulandığı vahim anları temsil etmektedir. Bunun gibi, krizler bireylerin mümkün olan alternatif örgütlenme biçimlerini algılama fırsatını yaratır. Krize karşı bireyler tarafından yapılan öznel seçişler, krizierin çözülmesinde önemli bir unsur teşkil edebilir.
Reklam
Başkalarının görüşüne haddinden fazla değer vermek, genel olarak etkili bir kuruntudur: İster kökleri bizim doğamızda bulunsun, isterse de toplumun ve uygarlığın sonucunda ortaya çıkmış olsun; her durumda bizim tüm yaptıklarımız ve ettiklerimiz üzerinde bütünüyle aşırı ve mutluluğumuza düşman bir etkisi vardır; bu etkiyi, "El âlem buna ne der?" sorusuna korkakça ve kölece dikkat etmekten, Virginius'un hançerinin, kendi kızının kalbine saplandığı noktaya kadar ya da insanın, ününün sürmesi uğruna, huzurunu, zenginliğini ve sağlığını, hatta ve hatta yaşamını feda etmeye yönelttiği noktaya kadar izleyebiliriz.
Ahlakın Toplum Öncesi Kaynakları
İnsan öznesinin varoluş biçimi sorumluluk olduğuna göre, ahlakla ilgisi olmayan faktörlerden etkilenmemiş, ilk ve en bozulmamış halindeki özneler arası ilişkinin temel yapısı ahlaktır. Ahlakın özü "Öteki"ye karşı (zorunluluktan farklı) bir görev, her türlü çıkar gözetiminden önce gelen bir görev olduğundan, ahlakın kökleri egemenlik ve kültür yapıları gibi toplumsal düzenlemelerin daha da altına uzanır. Toplumsal süreç, ahlak yapısının zaten var olduğu bir noktadan başlar. Ahlak, toplumun bir ürünü değildir. Ahlak, toplumun güdülediği -kötüye kullandığı, yönünü değiştirdiği, önünü tıkadığı- bir şeydir.
Sayfa 265 - Alfa İNCELEMEKitabı okudu
_Nevroz, farklı nevrotik eğilimlerin catışması sonucunda ortaya cıkar. Nevrotik eğilimler birbirlerini pekiştirip guclendirmekle kalmayıp, yeni catışmalar da yaratırlar. Nevroz, küçük evrenlerden oluşan bir büyük evren’dir. _Her nevrotik belirti, altta yatan bir catışmayı gösterir. Çatışma belirtileri: Tutarsızlık, yorgunluk ve hırsızlıktır.
Revizyonizm
Sınıf kökleri var oldukça revizyonizm her zaman ciddi bir teh­like olarak var olacaktır. Ve biz, revizyonizmle, sınıfsız topluma dek, iç içe, yan yana olacağız ve onun maddi köklerini, yani ulusal ve uluslararası plandaki köklerini kurutmak için mücadele edece­ğiz. Revizyonizme karşı mücadele, sınıfsız toplumun inşasına dek sürecektir. Revizyonizm, türlü kılık ve görünümlerde, geriye dönü­şün teorilerini tezgahlamaktadır ve kendisini Marksist-Leninist ge­nel doğrularla gizlemeye çalışmaktadır. Her türlü sapmanın kayna­ğı revizyonizmdir.
232 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.