Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
«Bir gün kendisiyle buluşacaktı yine, katı, yalnız kelimeler olmadan… Kendini sıkıca birleştirecek ve bir kez daha sessiz kaba geniş hareketsiz kör yaşayan deniz olacaktı. Ölüm onu çocukluğuyla birleştirecekti.»
Sayfa 161
Eğer bu adam derse ki: “Ben falcılık yoluyla olsun, tıp açısından olsun, bazı şeyleri inceledim. Denemelerim sonucu, bunların kimisinin doğru olduğunu gördüm ve içimden de bunun doğru olabileceği kanaatine vardım. Böylece bunların kabul edilemez olmadığını, kaçınılması ve uzak durulması gereken şeyler olmadığını gördüm. Oysa Nübüvvet yoluyla
Reklam
Babam bir gün, aile dostlarının ve akrabaların önünde, Ahmet’le beni bir yana çekip hayat hakkında ne düşündüğümü sormuştu. Ben, hayatın karakterler ve zamanla esnek bir ilişkisi olan, mükemmel biçimde birbirine bağlanmış rastgele fıkralar serisi olduğunu söylemiştim.
Sayfa 14 - Pegasus YayınlarıKitabı okuyor
İkisi de susuyordu şimdi. Mete, içmeyi unuttuğu soğumuş çayına şeker atıp karıştırıyordu. İnanılmaz bir haz almıştı bu hareketten ve istemsizce gülümsüyordu. Karıştırmaya devam ediyor, kaşığı bastırıyor, gülümsüyordu. Şekerin eridiğini görüyor, bir insanı düşünüyor ve ateşe atılmış bir insanı eritiyordu. Mete, ruhunda bastırdığı duyguları gün yüzüne çıkarmıştı, mahkum uyanmıştı. Umay ani bir hareketle yüzüğü cebine koydu. Duruşunu bozmadan gözlerini kaldırdı ve rahatsız olmuş bir sesle, "Mete ne yapıyorsun? O çay soğudu artık. Şununla oynamayı keser misin? Kendine yeni bir çay söyle ya da elindeki kaşığı bırak, sinirlerimi bozuyor." Tereddüt içerisinde elindeki kaşığı bırakarak sordu, "Neden bu kadar ciddisin Umay, neden? Baksana şeker eridi. Bir bütündü, eridi fakat yok olmadı. İnsanlar da böyledir işte. Ne kadar acı çekerlerse çeksinler acıdan dolayı ölmezler . Daha görülmüş bir şey değildir. Sınırı vardır acı çekmenin, aynı hayal kurmak gibi. Bir düşün; bildiğin, gördüğün kadarının hayalini kurarsın, ötesine istesen de geçemezsin. Bunun için bilmek gerekir. Acı da böyledir daha fazlasını alamazsın. Soğumuş çaya da bu oldu, şekeri yok edemedi çünkü doymuştu. İnsan ne zaman büyür biliyor musun? Gündüz ve gece kavramını ayırt edemediği zaman, olduğu andan kopmaya başladığı zaman. Ânı yaşayamayan insan büyüyen insandır.
Sayfa 75 - fihristKitabı okudu
Sabahları uyanıp parıldayan güneşi gördüğüm de, "Al işte, yine cenneti andıran bir gün ve yine insanlar bunu mahvedecekler," diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Sayfa 87 - İndigo Kitap YayınlarıKitabı okudu
Çünkü unutmuştu, insanların başka insanların hayatlarında ne kadar küçük bir rol oynadığını ve onları her gün görmelerine rağmen onlar hakkında ne kadar az şey bildiklerini unutmuştu…
Sayfa 331Kitabı okudu
Reklam
Damlara bakan penceresinden Liman görünürdü Ve kilise çanları Durmadan çalardı, bütün gün. Tren sesi duyulurdu yatağından Arada bir Ve geceleri. Bir de kız sevmeye başlamıştı Karşı apartımanda. Böyle olduğu halde Bu şehri bırakıp Başka şehre gitti.
Güzel bir gün batımına her halükarda bakılır
Güzel bir gün batımına, bulutlardaki o muhteşem renklere bakmaya korkarsın çünkü böyle bir güzellik seni içine gönderir. Böyle bir güzellik düşünmeyi durdurur: Zihin o hayranlık anı içinde nasıl düşüneceğini, neler öreceğini, nasıl dönüp duracağını unutur. Zihinsel iç konuşma durur ve birden içeri girmiş olursun.
Bir zamanlar yaşlı ve yoksul bir balıkçı yaşardı; bu balıkçı, yıllardan birinde çok balık tutamamaya başladı. Günlerden bir gün balık tutarken teknesinin yanında genç bir denizkızı su yüzeyine çıktı ve "Çok balık yakalayabiliyor musun? "diye sordu. Yaşlı adam "Maalesef hayır, "diye cevap verdi. "Eğer sana bir sürü balık göndersem bana ödül olarak ne verebilirsin?" diye sordu denizkızı. ''Ah! Verebilecek çok bir şeyim yok ki,'' dedi balıkçı. "İlk oğlunu bana verir misin?" diye sordu denizkızı. "Eğer bir oğlum olsaydı verirdim," dedi balıkçı. "Öyleyse eve git, doğacak oğlun yirmi yaşına basınca beni hatırla; bu konuşmadan sonra çok fazla balık yakalamaya başlayacaksın."
Bir anda vicdanıma bir yıldırım düştü. Ulan benim kadın atalarım her gün gün doğumundan batımına kadar, kadınlarında bebekle tarlada çalışmıştı. O kadar ağır iş yapıyorlardı ki bazıları tarlada doğuruyordu. Ben kimdim ki yaptığımı ağır iş sanıyordum? Tüm kadın atalarıma o zor günlerde hayatta kalmayı ve bizi hayatta tutmaya başardıkları için kalbimden teşekkür ettim.
Reklam
"Keşke her gün şöyle diyebilsek: Sevdiklerimizin üzerinde, sevinçlerini paylaşmak ve mutluluklarını çoğaltmaktan başka hiçbir etkimiz yok," diye haykırdım. "İçlerindeki can, kaygı dolu bir tutkunun acılarıyla kıvranırken ve kederle sarsılırken, yüreklerine bir damla su serpebiliyor muyuz acaba?
Bir gün, öğrencisi Japon­ ların neden çay fincanlarını kolayca kırılacak kadar ince ve narin yaptıklarını sorar. Suzuki’nin cevabı gerçek bir Zen eğitmeni olduğunu ispatlar niteliktedir: “Kolayca kırılmaları onların çok narin olmalarından değil, senin onları nasıl tuta­ cağını bilmemenden. Sen çevrene uyum sağlamalısın, çevren sana değil.”
“Aksine, gün boyunca yaptıklarımı ve düşündüklerimi aklımdan geçiririm. Geviş getirircesine sorarım kendime, bir inek gibi sabırla: bugün nasıl yendin on kez kendini? Neydi yüreğine iyi gelen on barışman, on hakikatin ve on kahkahan?”
Eğer bizde günah, haksızlık, adaletsizlik ve günaha çağrı var ise yine de dünyada, bir yerlerde başka daha üstün bir dünya vardır ve orada da adalet vardır, doğruyu o biliyordur; demek ki yeryüzündeki gerçek ve adalet ölmedi ve bir gün bize de gelecek ve söylendiği gibi bütün dünyaya egemen olacak.
Mustafa Kemal Paşa, tekliflerinin kabulünden sonra, Millet Meclisi için nutkunu hazırlamaya başladı. Meclis, 23 Nisan 1920’de açılacaktı. Bu nutku odasında, Hakkı Behiç ile bana baştan başa okudu. Her ne olursa olsun, Mustafa Kemal Paşa’nın, kudreti milletin eline bırakmak isteği, herhangi bir diktatör veya sultan istemediği görünüyordu. Bana, o günlerde, Mustafa Kemal Paşa, George Washington gibi bir kimse görünüyordu. O aralık, Ankara’ya Chicago Tribune’ün muhabiri William adında biri gelmişti. Bizim resimlerimizi aldı. Bunlar muhtelif Amerikan gazetelerinde basıldı. Aynı gün, öğleden sonra, İstanbul’dan Saffet Bey isminde ve Anadolu’ya silâh kaçıran bir adam geldi, beni görmek istedi. Dedi ki: — Size büyük bir haberim var. Türk tarihinde tek mevki işgal eden bir kadın oldunuz. Aynı zamanda, İstanbul’da, Nakiye Hanım’ı görüp ailemden de haber getirdi. Elime uzattığı Peyam-ı Sabah gazetesinde Kürt Mustafa Paşa mahkemesinin verdiği idam ilâmı ile fetva vardı. İdama mahkûm olan yedi kişi arasında sıra ile Mustafa Kemal Paşa, Bekir Sami Bey, Dr. Adnan, Ali Fuad, Ahmed Rüstem, Kara Vasıf ve Halide Edib vardı.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.