Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ve ben bu gece yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında artık hiçbir şeyin önemi kalmadığı için ölmek istenebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı hep beni.
Sayfa 45 - Can YayınlarıKitabı okudu
Kişi, bağımsızlığa ve emretmeye belirlenmiş olmak için, kendi koyduğu sınavlardan geçmeli; bunu da doğru zamanda yapmalı. Belki de oynanabilecek en tehlikeli oyun oldukları halde, kendi koyduğu sınavlardan kaçmamalı ve son olarak, bunlar yalnızca kendi tanıklığımızda, başka bir yargıç bulunmadan yapılan sınavlar olmalı. Bir kişiye bağlanıp kalmamalı: - en sevilen kişi bile olsa, - her kişi bir hapishanedir, bir kuytudur da. Bir vatana bile bağlanıp kalmamalı: en çok acı çeken, yardıma en çok ihtiyacı olan olsa bile, - yüreğini muzaffer bir vatandan kopartmak daha kolaydır. Bir merhamete bağlanıp kalmamalı: bir tesadüfün bize çektikleri ender eziyetleri ve çaresizliklerini gösterdiği yüksek insanlar söz konusu olsa bile. Bir bilime bağlanıp kalmamalı: kişiyi en değerli, tam da b i z i bekliyor görünen buluşlarla cezbetse bile. Kendi kurtuluşuna bağlanıp kalmamalı, altında hep daha fazla şey görmek için hep daha yükseğe uçan kuşun o şehvetli uzaklığına ve yabancılığına: - uçanın tehlikesi. Kendi erdemlerimize bağlanıp kalmamalı ve bir bütün olarak, herhangi bir ayrıntımızın, örneğin "misafirperverliğimizin" kurbanı olmamalıyız: kendilerine karşı müsrifçe, adeta kayıtsızlık içinde davranan ve liberallik erdemini bir günah boyutuna vardıran yüksek türden zengin ruhlar için tehlikelerin en tehlikelisidir bu. K e n d i n i k o r u m a s ı n ı bilmeli: en zor bağımsızlık sınavı.
Sayfa 49 - *
Reklam
İnsanlık o kadar acı çekti ki, artık insanın acı çekme duyusu kö­reldi. Bu çok tehlikeli. Ve işte bu yüzden insanlığın kan döküp acı çekerek kurtulması artık olanaksız. Tanrım, yaşamak için ne kötü bir zaman!
Şimdiyse bu huzursuzluğu çok daha keskinleşmiş ve acı vermeye başlamıştı, ama artık ne istediğini açık ve net olarak biliyordu: Güzelliğe, aydın bir bilince ve aşka sahip olmak istiyordu.
Zekamız arttıkça hayatın anlamını daha az anladığımızı iddia eden, hayatı çektiğimiz acılar ve ölümle kötü bir kinaye olarak gören gerçeğin aksine, bu insanlar çoğunlukla huzur içinde neşeyle yaşıyor, acı çekiyor, sonra da ölüyorlardı. Huzurlu, dehşetsiz, çaresiz olmayan ölümün çevremde çok nadir rastlanan bir durum olmasının aksine, yıkıcı, isyankar, kederli bir ölüm de bu insanların arasında oldukça nadirdir.
Lev Tolstoy
Lev Tolstoy
Hayat , başkalarının hatalarını yüklenemeyecek kadar kısaydı . Herkes kendi hayatını yaşıyor ve bu hayatı yaşamanın bedelini ödüyordu . Acı olansa , insanın çoğu zaman tek bir hata için çok fazla bedel ödemek zorunda kalmasıydı . Kader , insanla olan alışverişinde alacak defterini hiçbir zaman kapatmıyordu .
Reklam
Yadırgadığım durum, inançlarında birçok gereksiz mantıksız şeyi, kendimi hep yakın bulduğum Hristiyanlığın hakikatleriyle birleştirmiş olmalarından çok, hayatlarının benimkine şu tek farkla çok fazla benzemesiydi, iddia ettikleri prensiplere göre yaşamıyorlardı. Güçlü bir şekilde kendilerini aldattıklarını hissediyordum. Onların da benim gibi yaşayabildikleri sürece, yaşamaya devam etmek, elde edebildikleri her şeye sahip olmaya çalışmak arasında hayatın anlamına dair bir fikirleri yoktu. Bu benim için çok acıktı. Çünkü eğer içlerinde yoksulluk, acı çekme ve ölüm yok denilebilecek güçte bir anlam barındırsalardı, bunlara karşı bir korku duymaz, bunlar da ürkmezlerdi.
Lev Tolstoy
Lev Tolstoy
Tehlikenin yaklaşmaya başlamasıyla, insanın yüreğinde her zaman birbirine denk iki ses yükselir: Gayet mantıklı olan ilk ses, insana tehlikenin niteliğini değerlendirmesini ve ondan kurtulma yolları aramasını söyler; çok daha mantıklı ikinci ses ise, tehlikeyi düşünmenin çok bunaltıcı ve acı verici olduğunu, her şeyi önceden görmenin, olayın genel gidişatından kurtulmanın insanın elinde olmadığını ve bu yüzden insanı bunaltan tehlike düşüncesini, tehlikeyle karşı karşıya kalana kadar görmezden gelmenin ve hoş şeyler düşünmeni daha iyi olacağını söyler. İnsan yalnızken birinci sesin dediğini, topluluk içindeyken ise tam tersine ikinci sesin dediğini yapar.
Sayfa 209Kitabı okudu
Medyada çizilen bazı basmakalıp portrelere ve cezaevi kurumlarının başkalarına zorbalık etmeyi sevenleri çekebileceği gerçeğine karşın, tecrübelerime göre cezaevi görevlileri çoğunlukla işini iyi yapmak isteyen, yapamadığında da hüsrana uğrayan insancıl kimselerdir... Cezaevi görevlileri ruh hastalarıyla, zalimlerle, sahtekarlarla, korkaklarla, acı çekenlerle ve kendilerine zarar verenlerle -kimi zamanda bu özelliklerin hepsine sahip tek bir kişiyle- uğraşmak zorundadır. Bence bu iş biraz azim ister ve insanlığa inanmayı gerektir. Yakın zamanda tanıştığım bir cezaevi görevlisi kendi görüşünü benimle paylaşınca çok duygulanmıştım: "her azılı mahkumun içinde dışarı çıkmaya can atan iyi bir adam vardır. "
Dostunun farklı durumlarda sadece pişman ve üzgün olması gerektiği için öyle davrandığını yüzlerce kez görmüş ve aslında hiçbir şey hissetmediğini çok iyi anlamıştı. Cenk, neden olduğu üzüntüleri görüp kendini sarhoş ediyordu. Haftalarca kendini suçlayabilir, bundan gizli bir zevk alabilir ve istediği an bambaşka duyguları içine kulaç atabilirdi. Hassas ama sakar ol insan rolünü oynuyor ve kırdığı her kalbin arkasından ağladığını bütün dünyaya duyurmak istiyordu. Ancak Cenk umursamıyor ve Barbaros bunu biliyordu. Karmaşık hayatının içinde gerçekte hiçbir şey yoktu ve Cenk her gördüğü boşluğu, ona değer verenlere karşı işlediği suçlarla dolduruyordu. Üzerlerini de o suçluluk duygularıyla cilalıyordu. Çünkü Cenk'in bu hayatta yapabilecek hiçbir şey yoktu. Günlerin daha hızlı geçmesini sağlamak için acı verici de olsa kendine bir oyun bulmuştu: kendine acıma oyunu nokta Cenk iyi oynuyordu.
Reklam
Seni nasıl sevmiştim, biliyorsun; şu anki duygularımı çok iyi tahmin edebilirsin. Fakat bu duyguları, onların sahibine acı çektirmekten gurur duyacak ve karşılığında asla sevgisini vermemiş bir kadına anlatma düşkünlüğünü gösterecek kadar zayıf değilim.
Sayfa 81
İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.
Sayfa 193Kitabı okudu
Madem acı meselesine bu kadar girdik, son bir konuya daha açıklık getirelim. Doğaya bakarsanız, tüm çiçekler ve meyveler rengârenktir. Çünkü böceklerin ve hayvanların dikkatlerini cezbetmeye çalışırlar. Zira bu bitkilerin çoğalmasında böcek ve hayvanların rolü çok büyüktür. Bu sayede, tohumlar çok daha farklı yerlere ulaşabilirler. O zaman bu durumda şu soruyu sormakta fayda var. Acı biberlerin derdi ne ki o zaman? Meyvelere baktığımızda hem renk hem de tat olarak çekicidirler. Peki, acı biberler neden acıdır? Yoksa onlar da bazı insanlar gibi çoğalmak mı istememektedirler. Aslında durum biraz farklı olabilir. Acı biberler ile ilgili sabredip biraz gözlem yaparsanız, memelilerin acı olduğu için bu biberleri tüketmekten kaçındığını görürsünüz. Bu da zaten beklediğimiz bir şeydir. Ama ilginç olan, kuşların acı biberleri tüketmede herhangi bir sorun yaşamamasıdır. Acıyı algılayan reseptörleri olmadığı için oldukça acı biberleri çatır çatır yiyebilirler. Aslında burada daha ilginç bir bilgi karşımıza çıkmaktadır
Burada asıl sormamız gereken, acı biber neden ağrı ile ilgili bir reseptörü uyarmaktadır? Bu sorunun muhtemel cevabı, beynin biberi zararlı olarak görmesi ile ilgili olabilir. O zaman beynimizin zararlı gördüğü bir maddeyi biz neden ısrarla tüketmek istiyoruz? İnsanların hayatta çok merak ettiği ve bir türlü çözemediği çeşitli gizemler vardır. Örneğin, Metallica'nın diğer üyelerinin, yıllardır Kirk Hammeť a nasıl dayanabildiği konusu gerçekten gizemini koruyan oldukça ilginç bir meseledir. Bazı insanların acı bibere olan ilgileri de en az Kirk Hammeť'a dayanmak kadar ilginçtir. Kimilerinin bu duruma cevabı oldukça basittir. Acı biberin, yemek yemenin bungee jumping'i olduğu düşünülür. Örneğin, bungee jumping sırasında vücudunuzda ciddi anlamda adrenalin üretilir ve bu adrenalin bazı kişilerin fizyolojilerinde enteresan bir tatmin hissi oluşturur. Nasıl ki bazıları bungee jumping yapıyorsa, bazılarımız da biberli yemeyi seviyor olabilir. Kimi çalışmalar ise aslında kapsaisin maddesinin birtakım bakterilere karşı etkili olduğunu öne sürmektedir. Nedeni ne olursa olsun, acıdan zevk almamız enteresan bir fizyolojik fenomendir.
“Psikolojik yaraların çocuklar üzerindeki duygusal etkisi ve yetişkin hayatlarında nasıl ortaya çıktıkları.Düşünün,hayatta kalmak için güveneceğiniz ilk insan ölmüş olmanızı istiyor.Bu bir çocuk için ne kadar korkunç,ne kadar trawmatik olsa gerek.Kendinize verdiğiniz değer yok olur;ve yerine kalan acı çok büyük,çekilemeyecek kadar büyüktür.Dolayısıyla yutarsınız,bastırırsınız,gömersiniz.”
Sayfa 248Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.