Kaçmaya çalışmak, yakalanınca başlarına gelebilecek katmerli felaketleri bildikleri halde buna yeltenmek, bir esaretin umutsuzluk derecesiyle orantılı görünmektedir. Heberer de kaçmayı dener. Kahire'den İskenderiye'ye vardıklarında yeniden hapishanelerine yerleşirler. Buradan kurtulmak için duvardaki taşları sivri tahta parçalarıyla gevşetmeye başlarlar. Hayli kalın olan duvarda birkaç gece uğraşıp didinerek bir delik açmayı başarırlar. Hatta duvarın öte tarafındaki aydınlığı bile görürler. Sabaha karşı deliğin nereye açıldığını gördüklerinde hayal kırıklıkları çok büyük olur: bir Yahudi'nin avlusuna! Hemen başlarına daha büyük bir bela açmamak için taşları usul usul yerleştirirler.
İMAN لا İLE BAŞLAR
TAĞUT NEDİR?
ALLAH SEVGİSİ ile TAĞUT SEVGİSİ
ASLA BİR ARADA BULUNMAZ.
“(Ey Peygamber!) Sana indirilen ve senden önce indirilmiş olan Kitaplara inandıklarını iddia eden şu ikiyüzlülerin hâllerine bir baksana; (hem Müslüman olduklarını söylüyorlar, hem de Kur’an’ın hükmünü terk edip) tağut’un, (yani Allah’ın hükümlerini hiçe
Resulullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Veselem) bir gün Kur'an kalkacak buyurdu: Sahabelerden birisi de: "Ya Resulullah! Biz Kur'an'ı okuyoruz ve onu çocuklarımızada öğretiyoruz, Kur'an nasıl kalkacak?" dedi. Peygamber Efendimiz de; "Anan senin ağlasın, bende zannettim bir şey biliyosun. Yahudi ve Hıristiyan'ında kitapları ellerinde duruyor ama ona bakmadıkları için ne fayda."
Cenab-ı Hak Kur'an'ı muhafaza edeceğini söz verdi ama sen onunla amel etmedikten sonra re
fayda verir?
-Mahmud Ustaosmanoğlu (k.s) / Efendi Hazretlerimizin Sohbetleri 4
ÖYLE BİR HİKÂYE
Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri:
– Atikali, Atikali! diye bağırdı.
Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
"yahudilikle hiçbir ilgim yok,
Ne bir yahudiyi ne de bir insanı öldürmedim,
Öldürme emri vermedim" diyor Eichmann.
Önce yazar hakkında bilgiyle başlayalım ki daha iyi anlayalım.
Hannah Arendt, yahudi soykırımını görmüş, yahudi kimliğinden ötürü kampa alınmış kişidir.
Referansları yardımıyla kamptan kaçış, önce Fransa ya geçer
Almanya
Zenci deyince pardon siyahi(!) deyince aklınızda oluşan imge nedir? Yanlarına otururken tiksiniyor musunuz? Kokuları üzerinden atılan sözlük başlıklarını gördünüz mü, ya da aklınıza siyahi-cinsel tanımlamalar geliyor mu? Kaç kişi şeytanı siyah olarak düşünmedi? Hadi gelin açık olalım. Ötekini anlamak için, ötekinin safına geçip anlamaya çaba
Velhasıl o zamanlar Yahudiler şu fani dünyanın yalnız parasından başka hiçbir şeyine rağbet etmemekte şimdiki hallerinden pek çok ilerideydiler.Diğer kavimlerin eskisi Yahudilerin adeta yenisi, hatta çürüğü de tazesi sayılırdı. Limon, portakal, yumurta, gerek tuzlu, gerek taze balık ve sebze meyve gibi şeylerin mutlaka
çürüğünü Yahudiler aldığından, diğer milletler, her şeyin çürüğünü yemenin Yahudilik dininin gereğidir gibi batıl bir zanda bulunurlardı. Hele yüz Yahudi'de birisinin yeni yapılmış evde oturduğu veyahut yeni bir kayık kullandığı
görülemezdi. Diğer kavimlerin ellerinde bulunan kayıklar artık kullanılamayacak derecelerde eskidikten sonra, "Bu artık Yahudi harcı olmuş!" diye onu Yahudilere satarlardı da bunu alan Yahudi de arkadaşları arasında, "Mişon bir
âlâ yeni kayık almış!" diye adeta kıskanılırdı.
Sayfa 8 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
Soner Yalçin'in bütün detaylari ile anlattigi Evliyazadelerin hikayesi. Sürekli akraba evliligi yapmalari, devletin üst pozisyonlarinda görev almalari ve birbirlerini kollamalari bir sir olarak anlatilsa da 2024 yilinda bunlara artik Yahudililigin tipik isaretleri diyebiliriz. Evliyazadelerin izmir'deki cogu köklü aile gibi Yahudi kökenli olmasina artik sir diyemeyiz. Ama siyasetin ve ülke yönetiminin bu kadar içinde olmalarina sasirdim diyebilirim. Ataturkten(bence üstü örtülü onun da Yahudi kökenli oldugu ima edilmis) Adnan Menderes'e birçok devlet adaminin bir yerlerden hep desteklendikleri ve üst yönetim kadrolarina dahil edildikleri vurgulanmis. Daha önce Kafkas Yahudileri ile ilgili okudugum kitaplarla örtüsen bilgiler vardi, Osmanli Imparatorlugundan beri haremlere özellikle getirilen Yahudi kökenli cariyeler oldugunu bilmeyen yok dolayisiyla padisahlarin bile bu "saf kani" tasimalari için türlü entrikalar çevrilmis olabilir. Zaten sadrazamlardan bazilarinin Kafkas Yahudisi oldugu da yazilmis. Daha yakin tarihimizde bu soydan gelen kimler var devlet yönetiminde onu daha çok merak ediyorum..Cesur ve basarili bir kitapti bence.
Çanakkale savaşı sırasında gizli diplomasi başlamış ve Osmanlı tarafında da hükumet ile arabuluculuk yapması için muhatap olarak ünlü Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendi ve İstanbul'da ticaret yapan Edwin Withall seçilmişti.
Alman milletinin iç bünye hastalığı ve Yahudi tesirine bağlanır. Bu gerçeği, idrâk çilesi çeken zihinler, asırlardan beri görmekteydi. Nihayet Nazizma devrine doğru, bu hakikati Almanyada görmeyen kalmadı. Evet, her sınıftan Alman milletinin kanaatine göre, ihtilâl, isyan, inkılâp, daima Yahudi hilesinin istismar manivelası olmuştur. Dünyanın hemen her yerinde de ayni şey değil midir?
Almanyada Yahudiye misafir ve mülteci gözüyle bakılırdı. Yahudi ise Almanyada efendi olmak istedi. Halbuki Cermen ve Yahudi, iki ve tam zıt ırk temsil ediyorlardı ve kaynaşmalarına asla imkân yoktu.
Düşün, Padişah eşisin, Kösem Sultansın. Sonradan iki oğlun ve bir de torunun Padişah oluyor. Ama ölümün harem odasında saklandığın yüklükteki yatakların arasından çıkarılıp perde ipiyle boğulmak oluyor.
Ne kadar acı bir ölüm değil mi?
Daha önce incelemesini yaptığım "Osmanlı'da Yaşamak" isimli kitabın devamı olan
Lloyd George dahil, daha sonra Atatürk'e duyduğu saygıyı ifade etmeyen Atatürk düşmanı yok gibidir.
Fakat nasıl bir körlük, nasıl bir nankörlük, nasıl bir redd-i ecdat hali, nasıl bir halet-i ruhiyedir ki, amansız düşmanlarının bile iltifat lar yağdınp, fevkalade yüceitici sıfatlarla yadettiği Atatürk, en ağır iftiralara kendi vatanında
Batılılaşma sürecine girdiğimizden bu yana Türkiye üç kefeli
bir terazidir. Terazinin bir kefesi üzerinde yaşadığımız toprakların gayri müslim karakterini öne
çıkarma taraftarı olanların doldurduğu kefedir. Bir diğerinde din faktörü belirleyici olmamakla
birlikte “yerlilik” ve “biz” duygusu sahibi olanlar yer tutarlar. Terazinin üçüncü kefesinde