2009 ANKARA NUMUNE HASTANESİ
Ölmüyordu işte. Tam 3 saat geçmişti ama hala kalp atımı bir gelip bir gidiyordu monitörde. Kaç defa ölüm raporunu noktalayıp hastayı toplamaya çalıştıysak, birden ekranda farklı bir atım beliriyor herkes başına toplanıyordu. Tüm muayene bulguları öldü derken; bir süre sonra, birden kalp atımı başlıyordu. Uzunca
Küçük kankam Alex* geceleri yüksek sesle müzik dinlediğinden anne ve babasına uykuyu haram ediyor ve Ludwig Van'ın dokuzuncusunu dinlerken kendini; cıyaklayan morukların kafalarını, harika kocaman çizmeleriyle ezerken dikizliyordu hayallerinde.(*
Kısa bir süre önce, Dostoyevski’nin okumadığım kitaplarını da bitireyim artık, demiştim. Sonra okuduğum, okumadığım diye ayırmadan tüm kitaplarını kronolojik bir şekilde okuma kararına varmam sonrası, bu büyük yazarı daha iyi anlamak amacıyla başladığım bir kitap oldu Henri Troyat’ın yazdığı bu biyografi. Hayatımdaki 1-2 olay neticesinde
Babam…
Bu sana ilk yazışım, işci ellerini saçlarıma sürdüğün ilk andan başlamak üzere içimi saran bu dünya saadeti, şimdi de parmak uçlarımın titreyen heyecanını kirlenmiş diger bütün kalp çarpıntılarımdan ayıklar gibi…
Şimdi içeride uyuyorsun, belki sabah nöbete geç kalmasın diye saati kısa aralıklarla uyanıp,süzüyorsun… Merve’nin okulu için
Kendisinden ölüler bırakarak yürür insan bu hayatta. Bir bedende, kaç kere, kaç kişiye canını bırakır, kaç kere can bulur yeniden? Bil ki yaşamdan söz etmek zor, ölümle yenilenmeden…
Tam da Öteki'yi okurken izlediğim bir filmin (Masallardan Geriye Kalan) sonunda karşılaştım bu cümleyle. Vurucu etki yaptı kuşkusuz. İçimizdeki seslerin silüete
"Evet, ben de savunuyorum: Çalışmak bir erdemdir, yüceltir kişiyi. Ama hangi çalışmak? Ölmemek için çalışmak mı, istemeye istemeye çalışmak mı, ölürcesine çalışmak mı, bir başkalarını senin saatin çıngırağını çalarken uykuda olan bir başkalarını zengin etmek için çalışmak mı? Ben, seve seve çalışmanın erdemine inanıyorum. Kapitalist pazar
Nurettin Topçu’ya ait olan bu eserin bir bölümünün tafsilatlı mütalaası olup umumi bilgileriyle başlayacağım incelememde kimi alıntılar da paylaşarak üzerinde bir miktar tefekkür ederek ilerleyeceğim. Bunun için evvela şunu söylemem gerekiyor; hani kitap okuyan insana duyulan bir saygı vardır ya; hakiki kitaplar okuyan ve bunu idrak ederek,
NEDİR İLMİN BAŞI?
Vaktiyle köyün birinde Deli Hüseyin diye anılan bir adam varmış. Yirmi yaşına varan Deli Hüseyin evlenmiş, düğün yapmış. Düğün gecesi, nikâh kıymaya gelen iki hocaefendi bir dînî mesele hakkında güzel bir sohbete başlamışlar. Genç Hüseyin hayran hayran bu mubâhaseyi dinlemiş, o yaşına kadar geçirdiği zamana hayıflanmış, içinde
Yasalar ve sistemler mi değerleri değiştirir yoksa değerler mi yasaları ve sistemleri yönlendirir?
Toplumun yarısının atıl kaldığı bir ülkenin gelişmesi mümkün müdür??
Önce bu harika romanın yazarını tanıyarak başlayalım;
Cho Nam-joo, 1978 yılında Güney Kore, Seul’de doğdu. Ehwa Kadın Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu ve dokuz
-“Sufi Müslüman, mistik demektir. Önemli olan tek şey aşk dedi coşkuyla.”
-Bir konuşmasını anlatıyor Schimmel önce. Bu konuşmasında yer alan şeyi önsözüne taşıyor ve tasavvufun mistisizm olduğunu hemen sayfanın başında veriyor Avrupalılara. Halbuki mistisizm kavramıyla İslam tasavvufu arasında yakından ya da uzaktan hiçbir ilişki yok. Çünkü
_Tanrı, ilk ateisttir. Ateistler
_Tanrı, ilk masondur. Masonlar
_Orospu çocuğu. Marques de Sade
_Herkesin tanrısı kendine benzer. Yamyamların tanrısı bir yamyam; savaşçıların tanrısı bir savaşçı; hırsızların tanrısı hırsız; aşıklarınki de aşk tanrısı olacaktır. Ralph Emerson
_Trakyalılara göre tanrı, sarışın ve mavi gözlüdür. Öküzlerin elleri